Thomas Kuhn'un Paradigma Kavramı
Işığında Bilim Tarihi
Öz: Bilim tarihi disiplininin gelişiminde Auguste Comte ve
George Sarton'un pozitivist yöntemi model alınmıştır. 19. Yüzyıl bilim tarihi
pozitivist yöntem egemenliğinde gelişmiştir. Pozitivistler bilimsel bilginin
epistomolojik temellerini esas almış ve diğer disiplinler ile ilişkisini saf
dışı bırakmışlardır. Peki Kuhn Paradigma kavramı nasıl ortaya çıkmıştır?
Kuhn Bilimsel
Devrimlerin Yapısı öncesinde de bilim felsefecileri ve sosyologlar pozitivist
yaklaşımı eleştirerek bilimsel bilginin gelişiminde bilim tarihi, psikoloji,
sosyoloji gibi disiplinlerin etkisine atıfta bulunmuşlardır. Kuhn ise farklı
disiplinlerin etkisini bilimsel gelişmenin tam merkezinde görmüştür. Thomas
Kuhn ‘Bilimsel Devrimlerin Yapısı’ eserinde paradigma kavramını oldukça geniş
bir çerçevede ele almıştır. En temel haliyle paradigma, bir bilim alanında,
belirli bir süre egemen olan, evrensel olarak kabul gören modeldir. Kuhn’a göre
bilimsel bilginin gelişimi olağan dönem, kriz dönemi ve bilimsel devrim
dönemlerinden geçmektedir. Paradigma değişimi bu dönemlerden geçerek zorunlu
olarak gerçekleşmektedir. Kuhn bilim insanlarının çalışmalarını egemen
paradigmanın çizdiği çerçeveye göre ilerlettiklerini savunmuştur. Bu araştırmada Kuhn Bilimsel Devrimlerin
Yapısı’nda savunduğu Paradigma kavramı incelenmiştir. ‘Kuhncu Paradigma'yı
nerede aramalıyız?’ üzerine tartışılması hedeflenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Bilim, Bilim Tarihi, Disiplin, Pozitivizm, Bilimsel Devrim, Paradigma, Kuhn.
Bilimler arası bir disiplin olarak bilim tarihi insanlığın varoluşundan bu yana bilginin ve bilimin gelişim sürecini incelemektedir. Bilimin gelişim serüveninde bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler kadar, bu gelişmeleri durduran, gerileten, ilerleten koşullar ve bu koşulları etkileyen çeşitli dinamikler de bilimin tarihinin ve bilim tarihi disiplininin başlıca araştırma konusudur. İşte bu sebeple bilim tarihi yazıcılığında felsefe, felsefe tarihi, sosyoloji, psikoloji gibi alanlar da bilim tarihçilerin araştırma konularında başvurması gereken disiplinler olmuşlardır.
18. ve 19. yüzyıl doğa bilimcileri,
bilimin tarihinin konu edinilmesinde sıkça kişilerle, bilim insanlarıyla
kısıtlı kalmıştır. Geleceğin bilim insanlarına emsal olacak mesleki yaşam
deneyimleri aktarmaktan öteye geçmemiştir. O dönemde bilim tarihi, aktör
bağımlı disipliner öykülerden ibarettir.
19. Yüzyıl ile birlikte tarihin bilimselliğine inanışın artması ile tarih kurumsallaşmaya, akademide bir sosyal bilime evrilmeye başlamıştır. Metodolojik olarak denetlenebilen araştırmaların nesnel ve doğru bilgiye ulaşmayı sağladığı düşüncesi akademideki tarihçiler üzerinde de etkili olmuştur. Bu düşünce iyimser bir inançtan ibarettir. Tarih ve ilişkili disiplinler emprik gerçekliğin tespit edilmesi ve betimlenmesi ile başlayıp, tam da başlangıçta, olguda durmaktadır. O dönemde tarihçiler, spekülasyonla özdeştirdikleri betimlemenin ötesine geçen açıklamalar, teorilerden uzak yarı pozitivist bir epistemolojik karakter göstermişlerdir. Metin / Belge sınırında kalma şiarı yükseltilmesi, bir tür metin fetişizmini açığa çıkarmıştır. Bu tarz bir tarih yazımında, bilimin tarihinin yazımından çok, kronolojik bir tarih sıralaması görülmektedir.
(Anlı, 2020, Ankara)
Bilim tarihinin kurumsal yapılanışı, herhangi disiplinin çatısı altında ya da özerk bir disiplin olarak gerçekleşmiştir. Bu da bilim tarihinin teorik ve pratik kullanışlılığının bir göstergesidir. Araştırma programı olarak bilim tarihinin başlangıcında Auguste Comte’un pozitivist meta teorisi bulunmaktadır. Bu da pozitivist bilim felsefesi ile Sarton’un bilim tarihini, disiplinin epistemolojik çerçevesi üzerinden entegre etmektedir. Bu entegrasyon, Sarton ile birlikte bilim felsefesi ve bilim tarihini iki ayrı alan ve araştırma programı olarak ayırırken, pozitivist teoriyi epistemolojik çerçeve olarak korumayı sürdürmektedir. Bu bağlamda 20. yüzyılın ilk yarısında bilgi ve daha sonrasında bilim sosyolojisine yönelimler olsa da pozitivist epistemolojik çerçeve bilim tarihi anlayışında egemen olmayı sürdürmüştür. Pozitivizm, bilim tarihi yazımında uzun bir dönem cazip bulunmuş ve pek çok eserin yazımında en uygun yöntem olarak kabul edilmiştir. Pozitivistler tek geçerli bilgiyi bilimsel bilgi olarak görmüşler, gerçek bilginin olayların eksiksiz ve ayrıntılı incelenmesi ile elde edileceğini düşünmüşlerdir. Pozitivistlerin temel ilkelerinden biri de felsefenin amacının bilimsel bilgiyi çözümlemek olduğudur. Bilimsel bilgiyi - yani güvenilir bilgiyi - metafizik, etik, estetik, sosyal, dini etmenlerden bu şekilde ayrıştırmaktadırlar. Pozitivistler için, “Bilginin geçerliliğini değerlendirmede ve felsefi çözümlemesini yapmada bilginin tarihsel kökeninin hiçbir rolü yoktur.” (Gavraoğlu, 2006:33) Pozitivistlerde bilimsel teorilerin daha basit temel tezlere indirgenmesi yönünde egemen bir felsefi yaklaşım bulunmaktadır. Pozitivist bilim tarihçileri evrensel bir gözlem diline sahiptirler. Deneysel veriler ışığında teorilerdeki çeşitli ilerlemeler yaşanarak, teori evrimsel gelişmeler gösterse bile geçerli teorik çerçevenin dışına çıkmama eğilimindedirler.
1940'lı yıllar ile birlikte pozitivist yaklaşıma çeşitli eleştiriler gelmeye ve beraberinde sosyolojik yaklaşımlar gözlemlenmeye başlamıştır. Alexandre Koyrè, bilim tarihinin aynı zamanda bir düşünce tarihi olduğu fikrini savunmuştur. Koyrè'nin bilim devrimi hakkındaki çalışmaları, 1940'ların ortalarında bilim tarihçilerinin bilim devrimi konusuna yoğunlaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Thomas Kuhn, bilim tarihi disiplinini düşünce tarihi olarak tanımlayan Koyrè'nin “Tarih yazıcılığında bir devrim”[1] yaptığını düşünmektedir.
[1] Kuhn , 1970, s.67-68
Koyrè bilim tarihi camiasını bilim tarihinin düşünce tarihinin organik bir parçası olduğu fikrine ikna etmeyi başarmıştır. Fakat bilim tarihçileri bilimlerin toplumsal ve kültürel süreçlerin etkisini görmeleri konusunda eksik kalmıştır. Koyrè 1964 yılında bilim tarihçilerinin tarihsellik sorunsallarını baştan tanımlamaları gerektiğini ifade etmiştir. Koyré, Kuhn’a Bilimsel Devrimlerin Yapısı kitabını okuduktan sonra yaklaşımında yetersiz kaldığını söylemiştir. Bilimsel Devrimlerin Yapısı kitabı, o güne kadar apayrı alanlar olarak ele alınan toplumsal tarih ve bilim tarihi arasındaki ilişkiyi görmek ve tartışmak bağlamında bilim tarihçilerini önemli ölçüde etkileyen bir eser olmuştur. Eserin yayınlandığı 1967 yılı Kuhn’un deyimiyle bir kriz dönemidir. Gerçekten de paradigma kavramı ile geliştirilmiş tarihselci yaklaşım ile gelişen ekoller bilim tarihine atfedilen role ve bilim tarihi yazımına yeni bir boyut kazandırmıştır. Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı eseri ile, Paradigma kavramını ve tezini öne sürmesi bilim tarihi camiasında büyük bir ilgiyle karşılanmıştır. Kostas Gavroğlu, Bilimlerin Geçmişinden Tarih Üretmek eserinde, Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı kitabı için görüşlerini şu şekilde ifade etmiştir: “Bu kitabın özellikle bilim felsefecilerine hitap etmesine karşın, bilim tarihçileri ve değindiği konulara ilgi duyan bilim insanları arasında – bazıları hiç yayımlanmamış- bunca yoğun ve sert tartışmalar başlatan başka bir kitap olduğunu sanmıyorum.” (Gavraoğlu,2006:221) Gavraoğlu, Kuhn’un eserinin en önemli etkisinin tarihsellik yaklaşımı ile doğan tartışmaların bilim tarihinde yeni yaklaşımların şekillenmesini sağlaması olduğunu düşünmüştür.
Paradigma Kavramı
Bilim tarihi camiasında yankı uyandıran ve tartışmalara konu olan Thomas Kuhn‘un “Bilimsel Devrimlerin Yapısı” eserinde paradigma kavramı oldukça geniş bir çerçevede ele alınmıştır. En temel haliyle paradigma, bir bilim alanında, belirli bir süre egemen olan, evrensel olarak kabul gören modeldir. Kuhn’a göre bilimsel bilginin gelişimi olağan dönem, kriz dönemi ve bilimsel devrim dönemlerinden geçmektedir. Paradigma değişimi bu dönemlerden geçerek zorunlu olarak gerçekleşmektedir. Kuhn eserin adındaki bilimsel devrim kavramından çok, bilimsel devrime giden aşamada olağan dönem ve paradigma kavramına ağırlık vermiştir. Olağan bilim döneminde bilimsel çalışmaların, teorik veya deney-gözleme dayalı laboratuvar çalışmalarına yön veren hem kural, kuram ve ilkeler hem de yöntemleri belirleyen modeller bulunmaktadır. Kuhn’a göre olağan bilim döneminde bilimsel çalışmaları ne evrensel düzeyde kabul gören kimi kurallara, ilkelere, yasalara, kuramlara indirgeyebiliriz ne de sadece bir model ile açıklayabiliriz. Kuhn 1962 basımınlı kitabın 1967 basımında eklediği bir bölümünde, Paradigma’nın 22 farklı anlamda kullanıldığı eleştirisine bir açıklama olarak Newton'un Yasaları örneğini vermektedir. Kuhn’a göre Newton yasaları bazen bir paradigma, bazen paradigmanın bir parçası bazen de sadece paradigma özelliği taşıyan bir anlamda bulunabilmektedir. (Kuhn, 1967:286)
Disipliner Matris
Kuhn eserinde, paradigmanın, “disipliner matris “(disciplinary matrix), diğerini ise “örneklik” (exemplar) olarak adlandırdığı iki temel anlamda kullanıldığını söylemiştir. Kuhn temel anlamıyla paradigmayı “ Bilimsel topluluk üyelerinin, mesleki iletişimlerini aşağı yukarı eksiksiz ve mesleki kararlarının da neredeyse oy birliğine dayalı olmasını sağlamak için paylaştıkları (ya da aralarında kurdukları) bağ nedir?” (Kuhn, 1967:185) sorusunun karşılığı olarak tanımlamıştır.
Kuhn paradigma kavramının genellikle felsefeciler ve tarihçilerin yaygın kullanımının aksine çok daha kapsamlı bir şekilde ele almaktadır ve bu yaygın kullanımı hatalı görmektedir. Kuhn özellikle felsefeciler tarafından “kuram” ile eş değer biçimde oldukça kısıtlı bir kullanımı önlemek adına bilimsel toplulukların grup ilkeleri anlamında kurdukları bağın, çeşitli mesleki ortaklıklar vb. toplamına paradigma veya paradigmalar dizesi yerine “disipliner matriks” teriminin kullanılmasını önermiştir. Bilimsel Devrimlerin Yapısı Sonsöz’ünde (1969) Kuhn, “disipliner matris”i, “simgesel genellemeler”, “modeller” ve “değerler”den oluşan bilimsel bir disiplinde bilim insanlarının kurdukları ağ olarak tanımlamaktadır. Paradigma Üzerine İkinci Düşünceler makalesinde, paradigma kavramının sadece bilim toplulukları için kullanılması gerektiğine vurgu yaparak, en azından bu karışıklığı önlenmesi açısından dilbilimin önemli olduğunu, disipliner matris kullanımının daha doğru olacağını vurgulamıştır. (Kuhn,1977:380)
Disipliner Matris’i oluşturan bileşenlerden simgesel genellemeler sorgulanmadan kabul gören ve çoğu zaman Kuhn’un da kullandığı, sözlü olarak da ifade edilebilen ‘F=m.a’ gibi formel ifadelerdir. Sözel ifadeler “etki tepkiye eşittir” örneğindeki gibi matematiksel formel ifadeye de çevrilecek şekilde olmaktadır. Kuhn simgesel ifadelerin kullanımının bilimlerin gelişmesinde etkisi için şöyle demektedir: “Uygulayıcılarının hizmetinde olan simgesel genellemeler ne kadar fazlaysa bir bilim dalının gücü de o kadar artmaktadır (Kuhn,1967:288).”
Kuhn’a göre simgesel genellemeler bir kuramda iki görevi karşılamaktadır. Bir yanıyla, “Joule-Lorenz Yasası”, “H = R.I² ” (Isı = akım² X rezistans) örneğindeki gibi simgesel genellemeler doğa yasasına benzer işlevler görmektedir. Kuhn’a göre, söz konusu yasa bulunduğu zaman bilim topluluğu “H”, “I” gibi simgelerin anlamlarını daha önceden zaten bilmektedir. Fakat söz konusu genelleme bilim topluluğuna ısının, akımın ve rezistansın davranışları arasında daha önceden bilinmeyen bir ilişkiyi öğretmektedir. (Kuhn,1967:288)
Simgesel genellemelerin ikinci işlevinde, ilkinden farklı olarak, simgesel genellemeler, “F = m.a” veya “I = V/Rb” gibi “kısmen yasa” işlevi görürler, kısmen de içlerinde geçen terimlerin “tanım”ı olarak kullanılmaktadırlar. (Kuhn, 1967:288)
Olağan Bilim Dönemi
Kuhn’un paradigmayı görelilikçi bir bakış açısıyla ele aldığı söylenebilir. Kuhn’un örnekleri ile paradigma kavramı üzerine derinleşmek için Kuhn’un olağan dönem anlayışı incelenmelidir. Kuhn, olağan dönemi anlatırken tarihsellik, paradigma oluşum süreci konularının önem taşıdığını düşünmüştür. Dokuz bölüme ayrılan kitapta öncelikle bu süreçler anlatılmaktadır. Pozitivist yaklaşımın birikim yolu ile gelişme inancının sorgulanmaya başlamasıyla bilimsel gelişmenin tek tek keşif ve icatlar ile olamayacağı görülmektedir. Pozitivist tarihçilerin, "Sözgelişi Aristoteles dinamiğini, oksijen yerine flajistonlu kimyayı veya kaloriye dayalı termodinamiği daha dikkatle inceledikçe, doğa hakkında bir zamanlar geçerli olan bu görüşlerin bir bütün olarak günümüzde geçerli olanlardan daha az bilimsel ya da daha fazla kişisel tercih ürünü olmadıklarını giderek artan bir kesinlikle hissediyorlar eğer bu zamanı geçmiş inançları efsane denilecekse o zaman bugün bilimsel olduğu kabul edilen bilgi türünün dayandığı yöntemlerle ve mantıkla da aynı şekilde efsanelere üretilebileceği gayet açıktır. Yok eğer bunları bilim denilecekse o zaman da bilim, bugün sahip olduklarımızla hiç de bağdaşmayan inanç topluluklarına kapsamış oluyor. Bu seçenekler karşısında tarihçi ikincisini yeğlemek zorundadır." (Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, 1967:73) Kuhn’a göre zamanını doldurmuş kuramlar sırf bir kenara atıldıkları için, ilkece bilimsel olamadıkları söylenmemelidir. Tek tek keşif ve icatların birikmesi ile ilerleyen gelişen tarih yazımından kopuş bu bağlamda önem taşımaktadır. Birikimci tarih yazımından kopuşların yaşanmaya başlaması ile birlikte bilim imgesinde bir yenilik ortaya çıkardığını düşünmektedir. Olağan döneme giden yolda, çoğu bilimin gelişiminde ilk aşamalarda, bilimsel gözlem ve deney ilkeleri aynı olmasına rağmen, doğa üzerine birbirinden farklı pek çok görüş yarışmaktadır. Farklılıkları bulunan çeşitli okulların hepsi aynı ölçüde bilimsel kabul edilmektedir. Kuhn’a göre asıl farkı yaratan, dünya görüşlerinde hiçbir ortaklık olmaması ve farklı dünyalarda farklı bilim yapmalarıdır. Kuhn bu görüşünü ifade ettikten sonra bu gerçekliğin bir bilimsel toplulukta devraldığı belirli inançlar ve kuramlar olmadan da uygulama yapamayacağını ve bunların öneminin yadsınmaması gerektiğini de hatırlatmaktadır. Olağan dönemde, doğruluğu kabul edilmiş kuramlar çerçevesinde bu kuramlar ile açıklanabilecek ve bunun dışına çıkmayacak şekilde bilimsel faaliyetler gösterilmektedir. Bilim insanı egemen paradigmanın çizdiği çerçevede eksik parçaları arar. Yaptığı iş bilmece çözmek veya bir pazılın eksik parçalarını bulmak gibidir. Ortaya çıkacak resim önceden bellidir fakat hangi parçaları koyması gerektiği üzerine çalışmaktadır veya parçaların ne olduğunu aramaktadır.
Bilim insanları bir kuramı kanıtlamak veya kesin ve geçerliliği olduğunu ikna etme çabasına girmemektedirler. Bu çaba, daha çok eğitimde ders kitabı yazanlar tarafından gözetilmektedir. Kuhn’a göre özellikle doğa bilimlerinde tamamen ders kitaplarına göre yönetilen bir bilimsel eğitim sistemi vardır. Kimya, astronomi, fizik gibi alanlarda diplomasını alan öğrencilerin, bir okuma koleksiyonu olmamasına karşın ders kitaplarında tartışılan çözüm tarzları, kavramlar ve problemlerden oluşan yapıtları bulunmaktadır. Ders kitaplarındaki sunumlar belirgin teknik nitelik taşımaktadırlar. Bir konuda farklı çözüm yöntemleri örneklemeyip meslekte paradigmalar olarak kabul görmüş somut problem çözümlerini sergilemektedirler. Kuhn bilimde eş doğrulu düşünme ve değerlendirme ile gerçekleşen eğitimin, çoğun değişik doğrultulu düşünmeyi engellediğini katılmakla beraber sonuç bakımından kendisine katılmamaktadır. Kuhn’a göre eş doğrulu eğitim, bilimin bugünkü statü ve seviyesine ulaşmasında en önemli faktördür. Kuhn eş doğrulu eğitim sisteminin sanat ve diğer toplumbilimleri gibi sosyal bilimlerde rağbet görmediğini ve bu eğitimin daha çok doğa bilimlerinde ilerlemenin bir koşulu olabileceğini düşünmüştür. (Kuhn,1967:288)
Kuhn bilimsel mesleki eğitimde ders kitapları faktörünü oldukça önemli bulmaktadır. Kuhn, Bilimsel Araştırmada Gelenek Ve Yenilenme (The Third Unibersity Of Utab Resarch Conferance on the Idenfitication of Scientific Talent, 1969’da sunulan makale) makalesinde 18. Yüzyıldan 19. yüzyıl başına kadar Newton’un Opticks’i ve başkaca eserlerden öğrencilerin ışığın parçacıklardan oluştuğunu öğrenmesi ile birlikte yol açılan araştırmalar ile birlikte araştırma geleneği yerine farklı gelenekler geçtiğini anlatmıştır. Kuhn günümüzde fizik ders kitaplarının ve araştırmalardaki problemlerin kimisinin ışığın dalgasal özellikte olduğuna göre, kimisinin de parçacıklardan oluştuğuna göre hazırlandığını söylemektedir. Bu görüşün ve ders kitaplarının rolünün, birer erken yirminci yüzyıl devrimine ait olduğunu söyler. Kuhn makalesinde fizikte optik alanında çalışmalar ve gelişen araştırma gelenekleri üzerinden değişimleri anlatarak, bilimsel devrimlerde, bilimle ilgili ders kitaplarının yeniden yazılması gerektiği koşulunu önümüze koymaktadır.
Kuhn'a göre egemen bir paradigmanin ortaya çıkması da oldukça çetin bir süreç olmuştur. Bilim insanları belirli kuramlarda veya deney gözlem yöntemlerinde birlik sağlayabilmişlerdir. Fakat bir sorunu ve çözümü kabul etseler bile bu çözümün getirdiği soyut yenilikler konusunda çeşitli görüşlere sahip olabilmektedirler. Olağan dönemde bir bilimsel toplulukta görülen paradigmanın keyfi bir seçim veya tarihsel değişimler ile oluştuğunu söylemek eksik kalacaktır.
Kuhn bilimsel toplulukların paradigma seçiminde metot ve felsefeyi büyük oranda etkili görmektedir. Kuhn ilerlemeyi veya bilginin oluşumunu sosyolojik etkilere bağlamaktadır fakat bilgi yenilenmesinin veya bilimdeki gelişmenin paradigma değişimi ile olacağını söylemektedir. Kuhn ‘un Franklin örneğinde Franklin’den önce de elektriğin sıvı olması görüşü ile yola çıkmış pek çok bilim insanı olmasına rağmen, Franklin’in Leyden Kavanozu’nun işleyişini anlamaya yoğunlaşması ondan sonrakiler için bir yöntem belirlemiştir. Bu yöntem ve model anlayışı bilim insanlarının elektrikten farklı deneylerde dahil, hangi deneylere yoğunlaşması, hangi deneylere gerek duymayacağı gibi konularda bir sınır belirlemiştir. Kuhn, olağan dönemde bilim topluluklarını yönlendiren paradigmanın, belki de hiç yapılmayacak deneylerin yapılmasını sağladığı ve bir sınır belirleyerek bilimsel faaliyetin yoğunlaşması ve uzmanlaşması ile ilerlemesine katkı sağladığını düşünmüştür.
Aynı zamanda Kuhn bu durumun uzun bir süre çıkmaza sokan,
paradigma değişimine direnen, son derece dogmatik bir hal alabildiğinden de
bahsetmiştir. Öyle ki kimi zaman evrensel ve geçerli kabul görülen kuramların
bir ideoloji halini aldığı gözlemlenmektedir. Kuramlar ve yasalar için
beklentiler olduğu kadar, yapılan deneylerde kullanılacak araçlar ve
yöntemlerde de yine deneyi yapanın kararını belirleyecek bir paradigma etkisi,
beklenti bulunmaktadır.
Olağan dönemdeki paradigmanın açıklayamadığı ve bilimsel faaliyeti tıkadığı bir noktada paradigma değişimine gidilmektedir. Kuhn burada sanıldığı gibi birtakım yasalar ve kurumların teker teker değişerek gerçekleşen bir değişim olmadığını vurgulamaktadır. Örneğin Lavousier’in 1777’de tutuşmayı oksijen ile açıkladığı oksijen keşfi veya Rountgen in X-ışınlarını keşfi, buluştan sonra farklı zamanlarda etki alanı yaratsalar da her iki keşifte bundan sonraki aşamalarda tekrarlanan deneyler ve projeler ile desteklenmiştir.
Paradigma Değişimi – Bilimsel Devrim
Kuhn’a göre paradigma değişimi, bilimsel devrimlerin gerçekleşmesi toplumsal devrimler kadar radikal olmaktadır. Örneğin, Newton yasalarının kabul gördüğü bir toplum ile Einstein yasalarının kabul gördüğü toplum, kapitalist bir toplum ile sosyalist bir toplumda yaşamak kadar zıttır. Fakat Kuhn’un bilimsel devrimleri toplumsal devrimlere benzetmesi bilimsel bilginin yenilenmesini de toplumsal üretime benzeten tarihsel bilgi sosyolojileri ile karıştırılmamalıdır. Marksist bilgi kuramcısı Althusser’in, paradigmaya benzetilebilecek “sorunsal” kavramıyla, bilimsel devrimlerle benzeşen “epistomolojik kopmayı” anlattığı süreç, bilginin üretilmesidir. Kuhn’da ise paradigma değişimi ile anlatılan var olan bilgiler arasından bir seçme sürecidir. Althusser, Popper, Feyerabend gibi düşünürlerde bilgi sosyolojisiyle ilgilenmek, birikimci anlayışı reddetmek, konvansiyonalist bilim tarihi yaklaşımları olmak gibi benzeşmeler görülse de Kuhn çok farklı kaygılarla yaklaşmıştır. Kuhn’un paradigma değişimi bilginin kopuş, yıkılış ve yeninin doğuşundan çok bu kopuşun var olan bilgi ve yöntemlerden bir seçim olarak tanımlanması ile ayrışmaktadır. (Kuytaş, Bilimel Devrimlerin Yapısı / Çevirmenin Sunuşu, Kasım 2016)
Bilimsel devrimler yeni bir bilginin ortaya çıkması veya bilim insanlarının bir problemi egemen paradigma içerisinde çeşitli kabul ettiği kuramlar, yasalar veya deney yöntemleri ile çözememesi gibi durumlarda oluşmamaktadır. Yeni bir tezin öne sürülmesi ile çoğu zaman paradigma değişimi gerçekleşmeyebilmekte veya paradigma değişimine götüren tezin genellikle bu değişimden çok daha evvel öne sürülmüş olduğuna rastlanabilmektedir. Bir disiplinde bilimsel devrimi gerçekleştiren paradigma değişiminin olması, bilim topluluğunun egemen paradigma ile uzlaşmayacak bir modeli kabul etmeye yahut var olan model ile devam edemeyeceği bir yasayı, kuramı, yöntemi kabul etmesi ile gerçekleşmektedir. Bu dönemler bilimde kriz dönemidir. Kriz dönemleri bilimsel devrimler ile sonlanmaktadır. Kuhn, bu çalışmada da olduğu gibi Bilimsel Devrimlerin Yapısı eserinde ‘Bilimsel Devrim’ tanımından çok, bilimsel devrime giden yolu aşamalar ile anlatmıştır. Bu aşamalar olağan bilim, kriz ve devrim dönemleridir. Paradigma kavramı bilim tarihçilerinin araştırmalarını, tarih yazımında ve bilimlerde egemen paradigma varlığını gözeterek yapmalarına ışık tutmuştur. Kuhn’un paradigma kavramını anlatırken kimi görüşleri arasında çelişkiler gözlemlense bile, bilim tarihi ve bilim felsefesi disiplinlerinde yarattığı tartışmalar bakımından Kuhn’un 1967 yılını kriz dönemi görmesini karşılayacak niteliktedir.
Bu bildiride, Paradigma kavramı ışığında bilim tarihi
yazımı, Kuhn’un tarihselci yaklaşımı ile tartışılmak istenmiştir. Kuhn’un bilim
tarihi disiplinine affettiği rolün önemi ve Bilimsel Devrimlerin Yapısı
eserinin yayınlanması ile bilim tarihi, bilim felsefesi disiplinlerinde
yarattığı tartışmaların aktarılması hedeflenmiştir. Bu çalışmada, Kuhn’un
Bilimsel Devrimlerin Yapısı ve sonrasında yazdığı makale ve kitaplar ile
paradigma kavramı üzerine yazılmış yerli makaleler ve bilim tarihi içerikli
Türkçe çeviri kaynaklar kullanılmıştır.
Azê Deniz Akşar
** İstanbul Üniversitesi VI. Bilim Tarihi Kongresi’nde (2022) Sunulan Bildiri Çalışmasıdır.
KAYNAKÇA:
1’Anlı,Ömer Faik, Meta-Problem:Bilim ve Teknoloji Çalışmaları İçerisinde Bilim Tarihinin Teorik Ve Kurumsal Yeri, 2020, Ankara
2’Kuhn,Thomas, Çvr:Kuytaş, Bilimsel Devrimlerin Yapısı(1967), s.s 1-51 2021, İstanbul,
3’ Kuhn, Thomas, Çvr:Yakup Şahin, Asal Gerilim(1977), s.s 351-380,1994, Kabalcı Yayınevi
●
Gavroğlu, Kostas, Çvr:Ari
Çokona, 2006, İletişim Yayıncılık/İstanbul
●
Kuhn,Çvr:Erkan Bozkurt, Yapıdan Sonraki Yol(1970-1993), 2019,
İletişim Yayıncılık/İstanbul