1.“……Bilmeden eylemde bulunan, yaptığını istemeyerek yapmış görünüyor; en önemli olanların ise, eylemin içinde yapıldığı koşullar ve eylemin amacı olduğu görünüyor. O halde böyle bir bilgisizliğe göre istemeyerek yapıldığı söylenen eylemin üzüntü vermesi ve pişmanlık getirmesi gerekiyor.”
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik
1111a19
Çev. Saffet Babür. BilgeSu Yayıncılık, İstanbul 2020, s. 47.
MÖ. 384 yılında Yunanistan’da dünyaya gelen Aristoteles, Batı dünyasının en önemli düşünürlerinden biridir. Aristo, mantık, fizik, biyoloji, zooloji, astronomi, metafizik, etik, estetik, ruh, psikoloji, dil bilim, ekonomi, siyaset ve retorik gibi pek çok alanla ilgilenmiş, hatta bu disiplinlerden bazılarının kurucusu niteliğinde eserler vermiştir. Kendisinden sonra gelen filozoflardan birçoğunun düşünce yapısını derinden etkileyecek ve felsefeye yön verecek olan mantık biliminin kurucusu olarak kabul edilir. Yalnızca felsefe dünyasına katkıda bulunmakla kalmayıp pozitif bilimlerle de ilgilenmiştir. Doğa bilimleri alanında yaptığı gözlemler, çalışmalar ve yazdığı kitaplarla tarihe ilk biyolog ve biyoloji biliminin temellerini atan kişi olarak geçmiştir. Eserleri, M.S. 2. yüzyıl ve M.S. 15. yüzyıl tarihleri arasında, henüz modern bilim gelişmemişken, İslam coğrafyasındaki bilimsel faaliyetlerin temelini oluşturmuştur. Felsefi düşünceleri de İslam dünyası açısından büyük önem taşıdığı için İslam filozofları tarafından “ilk öğretmen” olarak isimlendirilmiştir. Aristoteles, kendisinden önce gelen filozofların düşüncelerini ayrıntılı bir şekilde inceleyip onların ele aldığı problemlerle de ilgilenmiş ve bu, onun ilk felsefe tarihçisi olarak kabul görmesine vesile olmuştur. Olayları ve problemleri ele alırken sistematik bir yaklaşım sergilemiştir. Bu nedenle Aristoteles’in düşünce dünyasını iyice kavrayabilmek adına, kendisinden önce gelen filozofların düşüncelerine hakim olmalıyız demek yerinde bir tespit olur. Aristoteles’in düşüncelerini özümseyebilmek için öncelikle öğretmeni Platon’u anlamalıyız.
Platon’da Aristo gibi varlık, bilgi, değer gibi kavramları felsefi açıdan ele almış ve değerlendirmiştir. Ancak aralarındaki yoğun fikir alışverişi ve sahip oldukları öğretmen-öğrenci ilişkisine rağmen, iki filozofun bu kavramlara dair görüşleri bazı noktalarda birbirinden oldukça farklıdır. Platon’un varlık anlayışı idealar kuramına dayanmaktadır. Platon’a göre gerçek, zihne bağlıdır. Hiçbir şey, onu düşünen bir zihin olmadan var olamaz. Varlık, akılla kavranabilir, kendi kendinin nedenidir ve değişmez. Çünkü değişen varlığın mutlak bilgisine ulaşılamaz. Platon’un tarif ettiği gerçek varlıklar duyusal dünyanın dışında kalan bir yerde, idealar aleminde yer almaktadır. Bizim duyularımızla algıladığımız dünyaya ait varlıklar, kaynağını idealardan alan fenomenlerdir. Fenomenler, ideaların yani gerçeğin birer kopyasıdır, sönük bir gölgesidir. Bu nedenle gerçek bilgi de idealara ait olan bilgidir. Fenomenlere ait olan bilgi, bir yanılsamadan ibarettir. Gerçek bilgi, yani ideaların bilgisi, akıl yoluyla elde edilir ve bu bilgiler doğuştan zihnimizde hazır olarak bulunur. Platon bu düşüncesini ruhun ölümsüzlüğüyle destekler. Ruh, doğumla başlayıp ölümle son bulan dünya hayatı boyunca idealar ve fenomenler dünyası arasında gidip geldiği için insan, ideaların gerçek bilgisini fenomenlerin gölgesinin yarattığı karanlık nedeniyle unutur. Tüm bu görüşleri doğrultusunda Platon, idealizmin kurucusu olarak kabul görür. Aristoteles, varlık ve bilgi anlayışı konusunda öğretmeni Platon’dan kesin çizgilerle ayrılır. Aristo’ya göre varlık değişebilen, ancak değişim süreci boyunca özünü koruyandır. Gerçek varlığın ve bilginin bu dünyaya ait olmadığı görüşü nedeniyle Platon’u eleştirir ve varlığın maddenin, Platon’un deyişiyle fenomenlerin, özünde olduğunu öne sürer. Değişim süresince maddenin formunu değiştirse bile özünü koruduğunu savunur. Aristoteles varlığı ve değişimi, madde ile form arasında kurduğu ilişki bağlamında ele alır. Ancak Aristoteles’in felsefesinin sistematiğini varlık anlayışından ziyade bilgi anlayışı oluşturur. Bilgi konusunda da Platon’dan ayrılır ve bilgiye hem duyular hem de akıl yürütme yoluyla ulaşılabileceğini iddia eder. Ona göre bilgisine ulaşılan, duyularımızla algılayabildiğimiz form almış maddelerdir. Duyuların bir aldatmacadan ibaret olduğunu düşünen Platon ile varlık ve bilgi konularında fikir ayrılığı yaşayan Aristoteles, değer konusuna gelindiğinde Platon ile birçok alanda ortak noktada buluşmaktadır. Her ikisi de ahlaki hayatın nihai amacını eudaimonia, yani mutluluk olduğunu söylerler. Her ikisinde de mutluluğun nihai amacına erişimde en önemli rolü, erdem oynar. İki filozof için de mutluluk, ruhun amacıdır. Aristoteles’e göre eylem ve düşüncelerdeki aşırılıklar ve eksiklikler insanı derin bir mutsuzluğa sürükler. Mutluluk, ruhun akla uygun etkinlikleriyle elde edilir. Kişinin mutluluğa ulaşması, dengeyi bulmasıyla mümkündür ve dengeyi bulmanın yegâne yolu iradeli ve erdemli bir insan olmaktır. Aristoteles’in bu görüşü “altın orta” olarak isimlendirilmektedir. Ancak Aristo’nun ahlak anlayışı da bir noktada Öğretmeni Platon ve Platon’un öğretmeni Sokrates’ten ayrılmaktadır. Platon ve Sokrates’e göre kişinin erdemli olması için iyinin bilgisine sahip olması yeterlidir ancak Aristoteles böyle düşünmez. O, erdemi düşünce ve karakter erdemi olmak üzere ikiye ayırır. Düşünce erdemi tıpkı Sokrates ve Platon’un savunduğu gibi bilmek ve öğrenmekle gerçekleşir. Karakter erdemi ise bilinen ve öğrenilen şeylerin pratiğe dökülmesidir ve Aristoteles, her ne kadar düşünce erdemi çok önemli olsa da ona sahip olmanın yeterli olmayacağını söyler. İyiyi meydana getirmek adına iyi eylemde bulunmak şarttır. Erdemli olabilmek için erdem bilgisine sahip olmanın yanı sıra bu bilgiyi içselleştirmek ve bir tutum, davranış olarak hayatımıza yerleştirmemiz gerekir.
Aristoteles’in ahlak anlayışını açıkladığımız ve düşüncelerinde bizzat etkilendiği iki filozofun düşünceleriyle karşılaştırdığımıza göre sorumluluk kavramını ele alabiliriz. Sorumluluk en basit tanımıyla bireyin verdiği tercihler ve gerçekleştirdiği eylemlerin sonuçlarını üstlenmesidir. Aristo’nun sorumluluk kavramı için en temel ölçütü; bireyin eylemi veya tercihi isteyerek, kendi iradesi ile gerçekleştirmesidir. Eğer bir eylemi veya tercihi gerçekleştirip gerçekleştirmemek kişinin elindeyse, o halde kişi bu eylemden doğacak sonuçları da üstlenmek durumundadır. Ancak Aristoteles’in tek ölçütü bu değildir. Kişinin tercihleri ve eylemleri iki ölçüt kapsamında değerlendirilmelidir: baskı ve bilgisizlik. Çünkü bir eylemi zorla yahut bilmeden gerçekleştiren biri, o eylemi istemeden gerçekleştirmiş gibi duruyor. Kişinin tercih yapma ve eylemlerini gerçekleştirme sırasında dışarıdan gelen hiçbir baskıya veya zorlamaya maruz kalmaması gerekir. Diğer taraftan ele almamız gereken bir diğer konu da bilgisizliktir. Birey tercih yapma ve eylemlerini gerçekleştirme süresince yeterli bilgiye sahip değilse, yapılan tercih ve eylemlerden dolayı pişmanlık ve üzüntü duyuyorsa, o tercih ve eylemler istemeden yapılmıştır. Lakin üzüntü ve pişmanlık söz konusu değilse, o eylem için isteyerek veya istemeden yapılmıştır diyemeyiz. Aristoteles bu ayrımları yaparken bilgisizlik ve bilinçsizliğin farklı şeyler olduğuna da dikkat çekmiştir. Örneğin uyuşturucu etkisi altında olan bir insan eylemlerini bilgisizlikten değil, bilinçsizlikten yapar. Çünkü maddelerin etkisinden kendini kaybetmiştir ve yaptıklarının farkında, bilincinde değildir. Sonuç olarak eylem bilgisizlik veya bilinçsizlikten dolayı gerçekleştirilmiş olsa bile, kişi doğacak sonuçlardan sorumludur. Ne de olsa kendini bilgilendirmek ve bilinçlenmek, yine kişinin elindedir. Kişinin eylemleri madde kullanmaktan kaynaklanıyor olsa da o maddeyi kullanmayı tercih eden odur. Dolayısıyla da sorumlu tutulmalıdır.
Benim bu konuyla ilgili kişisel
görüşlerimin temeli başta Sartre olmak üzere 20. yüzyıl filozoflarına
dayanıyor. İnsan yaptığı seçimlerde ve eylemlerde özgürdür ancak seçim yapmayı,
icraata geçmeyi bir türlü beceremez. Sahip olduğu özgürlük insanın gözünü
korkutur, yapacağı seçimler ve eylemler üzerine düşünmek insanı boğar ve bu
yüzden insan, kendi özgürlüğünden kaçmaya çalışır. Tanrı, din, kader, dış
etkenler gibi kavramların ardına sığınarak sahip oldukları özgürlüğün getirdiği
vicdani sorumluluklardan saklanırlar. Sartre, insanın bu eğilimlerine kötü
inanç adını verir ve şahsi düşüncem şu yöndedir ki, biz iyi inançlarımızı kötü
inançlarımıza alet ediyoruz. Hepimiz içten içe özgür olduğumuzun ve
eylemlerimizden sorumlu tutulmamız gerektiğinin farkındayız ama bu gerçekle
barışamıyoruz. Bu nedenle “irademizin üzerinde yer alan güçleri ve etmenleri
“yaptığımız her tercihin, her eylemin dayanağı olarak kullanıyoruz. Kendi
vicdanımızla yüzleşmekten aciziz. Birilerinin bize doğrunun ve yanlışın ne
olduğunu söylemesine bekliyor; doğru ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü bizzat
aramamız gerektiğini akıl edemiyoruz. Mutlak iyiyi yüceltip mutlak kötüyü
yargılarken aslında iyi ve kötünün birbiriyle iç içe geçmiş iki kavram
olduklarını ve onlara iyi-kötü değerlerini bizim verdiğimizi sık sık
unutuyoruz. Bu durumu Albert Camus “Herkes asker olunca, asıl cinayet, emir
öldürmeyi gerektirdiği zaman öldürmemektir.” sözüyle, Joseph Goebbels ise “Ya
gelmiş geçmiş en büyük devlet adamları olacağız ya da en büyük suçlular olarak
tarihe geçeceğiz.” sözüyle açıklamıştır. İyi ve kötüyü bulmak, anlamlandırmak
ve vicdanıyla hesaplaşmak her insan için kaçınılmazdır. Bu gerçeği kabul etsek
de, bu gerçekten saklansak da tercihlerimiz ve eylemlerimizden sorumluyuz.