KENDİNİ TAMAMLAMIŞ BİR KÜLTÜR GERİBİLDİRİMİ
Bu yazıyı gericilik ve ilericiliği, hayatını yaşamak ve zevkine bakmak eğilimlerini düşünerek kaleme aldım. Bunları yazdığım sırada aklımda kısıtlanmış olduğunu düşündüğü kültürden kısıtlanmamış olduğu düşünülen bir kültüre giden bir insan ve zaten o kısıtlanmamış kültürde yaşayan bir insan vardı. Ayrıca üniversitede şehir değiştirip "eğlenmeye olan ön yargısını" kıran bir karakteri düşündüm.
"Eleştiri", "sorgulamak" gibi sözcükleri herhangi bir yazıda kullanmak istemiyorum. Çünkü çoğu insan zihni bu kelimelere bir ön yargı oluşturdu. Duygular bir şey hakkında ön yargı oluşturarak onu yok sayabilir ve bu ön yargının kararlılığı ne kadar güçlüyse, ön yargıdan geri dönüş o kadar zordur, o eşik değer bir türlü aşılmaz.
Şu an sosyal medya var olduğu haliyle tam bir kültür çatışmasıdır. Sosyal medyada bulunan etkinlikler ve sosyal medya tiyatrosunun var olma şekli çoğu evin ve ailenin kabul edebileceği cinsten bir var olma değildir. Geçmişten bu yana kültürlerin değişmesinde rol oynayan genç, yeni hareketler sosyal medyanın ve teknolojinin gelişmesiyle daha çok güç kazandı. Yani gençler ve kendilerinin yenilikçi hareketlerinin elinde daha güçlü silahlar var. Üstelik geçmişteki kültürel ögeler olan "tehdit, dayak" gibi saldırgan unsurlar da gençlerin isteyeceği bir doğrultuda şekilleniyor.
Muhafazakâr, geleneksel diyebileceğimiz kısıtlayıcı olarak nitelendirilen kültürler kullanmış olduğu aletlerle kendini şekillendirdi. Anneniz sizi uyardı, babanız korkuttu veya dövdü; bu tür girişimler sizin hikayenizi ve sizinle beraber diğer kültürün hikayesini var etti. Ancak teknolojinin sapladığı malzeme imkânı sizin geçmişte istemiş olduğunuz isteklere ulaşmakta daha büyük bir fırsat sağlıyor. Ancak burada da başka bir sorun başlıyor: "İstemiş olduğunuz şeylerin niteliği ve amacı."
Diyelim ki:
Haremlik ve selamlığın öğütlendiği, teşvik edildiği ve korunduğu -aksi durumuna saldırıldığı, cezalandırıldığı- bir kültürde yaşıyorsunuz. Bu yüzden karşı cinsle olan konuşmalarınızın kısıtlanması sizden istenecektir. Ancak bu istek size mantıksız gelecektir çünkü öğütün öne sürdüğü önerme tutarlı değildir. Karşı cinsinizle o anda yaptığınız bir konuşma, haremlik ve selamlığın -muhtemel olarak düşündüğüm şekilde- hedef aldığı olasılık olan "evlilik kurumunu zina yoluyla" bozmasına sebep olmayacaktır.
Ancak gelişen teknoloji ortamı sizi ailenizin sorumluluğundan ve ailenizin otoritesinden çekiyor. Elinizde telefon var ve daha özgürsünüz, böylece bu öğütü yerine getirmiyorsunuz. Ancak sizinle beraber bunu yapan birçok insan var.
Bu çok fazla insanın yapmış olduğu etkinlik -bana göre büyük ihtimalle- haremlik ve selamlık kültürünü haklı çıkaracak. Çünkü çok daha fazla insan etkinliği çok daha fazla insanın birbiriyle konuşması, birbiriyle etkileşime girmesi ve böylece birbirleriyle daha çok iletişimde bulunması ve herhangi bir engel olmadığı takdirde de daha fazla zinanın olmasına yol açacak. Haremlik-selamlık uygulamasını bir tedbir olarak değerlendirerek engelsiz bir senaryo oluşturduk.
Ardından kaynaklara olan kolay ulaşım zamanla insanın beklenti ve arayış sistemini "beklemediği yönde" çürüterek onu daha rahatsız edecek.
Bu senaryoda haremlik-selamlık gibi uygulamaları haklı "çıkardım". (Ben.) Geleneksel öğretileri de insanların uyguladığı öğretiler olarak değerlendirdim, insanları da aklını kullanan varlıklar olarak değerlendirdim. Üstelik aklını kullanan ve duygusal ihtiyaçları olan varlıklar olarak değerlendirdim. Dedim ki; bu iki şey arasında bir fark yokmuş gibi görünse de (bu ikisi de insan) bu farklılıklar nereden kaynaklanıyor?
Demek ki gelenek hassas düşünen bir yapıya sahipken yenilik risk alıyor. Aldığı risk de kendi bilinçsizliğinde kayboluyor.
Evlilik kurumunun güvence altına alınmadığı, insanların ilişkilerinin "kısıtlanma ve yol gösterme yoluyla" düzene alınmadığı bir kültürde "sosyal ve böylece ailevi ilişkilerimizden dolayı" rahatsız olmamalıyız. Bu güvencesiz toplum anlayışını kabul eden ve ondan yararlanan biri, o toplum anlayışını yeterli bulmuşsa vakti geldiğinde birtakım yetersizliklerle karşı karşıya kaldığında rahatsızlanmamalı.
Yazdıklarımdan yola çıkarak, bir eğlence arayışında olan o eğlenceden sıkılacak ve geri dönecektir. Ya da eğlence arayışının kendisini savurmuş olduğu riskli hayat anlayışından dolayı -kendisi bu hayat anlayışının uygulayıcısı ve böylece destekleyicisi olarak- rahatsız olmay hakkı yoktur. İşte bu ikilemler sosyal ilişkileri çürütmeye, insanları yalnız bırakmaya ve karamsar bir dünyanın oluşmasına yol açar.
Eymen Tapar