İNSANLARDAN NEDEN HOŞLANMAYIZ? - FIRAT KARANFİL

İNSANLARDAN NEDEN HOŞLANMAYIZ? - FIRAT KARANFİL

 



İNSANLARDAN NEDEN HOŞLANMAYIZ?

Zihin algılarla uğraşır, zekâ da -zekayı kendi görevine ve amacına ulaştıracak- bilgilerle uğraşır. 

Eğer devlet gibi bir düşüncemiz yoksa ya da gittikçe daha kapsamlı, evrensel olan bir düşünceye ve bu düşüncelerden daha iyi olan düşüncelere sahip değilsek; daha kapsamsız düşüncelere sahip oluruz. Kendi ahlak anlayışımız bu doğrultuda şekillenir. Ahlak anlayışımızın türediği bir anlayış daha olmalıdır çünkü ahlak sonradan şekillenir. Sonradan şekillenen ahlak anlayışı ve hayata bakış açısı düşüncelerinin bir öncesi vardır; daha ahlaksız ve anlayışsız bir öncesi.

Zamanla düşüncelerimiz hezimete uğrar. Düzenimiz sarsılır. Tacize uğramış hissederiz. Beklentilerimiz çöker, beklemediklerimiz gerçekleşir. Bu, bizi olduğumuzdan daha düzensiz yapar. Zamanla daha düzensizleşiriz ve düzensizleştikçe de daha ahlaksız, anlayışsız ve uyumsuz oluruz. Bizim düşüncelerimiz vardır ve çoğu hareketimizi de düşüncelerimiz oluşturmuştur. Her ne kadar ahlak denilen şeyden -ki bu tanım diğerlerinin kullandığı ve bazılarının bu diğerlerinin tanımı işlevsel ve güçlü bulup kullandığı bazılarınınsa kullanmadığı, umursamadığı ve görmezden geldiği- sapmış olsak da yaşantımızdaki hareketle bir şeyleri etkilemeye ve var olmaya devam ederiz. Eğer bağlamından koparırsak saldırı bir harekettir, savunma da hareketlere verilen tepki olarak bir harekettir.

Bu insanlar bilmedikleri için saldırıyor ya da karşılarında bilmeyenler olduğu için saldırıyor ancak sorun şu ki bugün saldırılanın yarın saldırabileceği bir zemin mevcut. Böylece uzlaşı ve doğruluk sağlanmamış olur.

Karşımızdaki şahsı tam olarak tanımayız. Ailemizin ve büyüklerimizin bize verdiği öğütler vardır. Ayrıca o öğütleri dinleme ihtiyacı hissettiğimiz bir zayıflığımızda olabiliriz. Aile büyüklerimize ve arkadaşlarımıza olan çekincelerimiz vardır, onların yanında sanki onların istediğini ve bizim de verebileceğimiz ancak vermediğimiz bir mahcubiyeti yaşarız. Arkadaşlarımızın zihinsel aktivitesine yetişemeyip onun kendi düşüncelerine ve planlarına uyum sağlayamayacağımızı düşünebiliriz. Kendi zihnimizde konumlandırdığımız biridir o; bundan sonra kendi zihnimiz kendini haklı çıkarmalı ve işler tıkırında olmalıdır. Aksi takdirde zihnimiz kendine güvenemez, kendine güvenemeyen zihnin alarmları çalar. Böylece karşı tarafın kötü noktalarını da aramaya çalışırız, haklı olmaya muhtaç olan için haklı olmak adına. O kişi haklı olmalı ve böylece kendi zihnine güvenmelidir, aksi takdirde yaptıkları anlamsızdır ve hatta kendisiyle dostane ilişkiler bile kurabilir. Fakat sorun şu ki hayatına daha fazla dost ve yakın ilişki kuramaz bu saatten sonra. Ancak bir başka sorun da kendisinde sıkıntı bulmadığı bir insanın kendisiyle yakınlaşması teklifini geri çekmekte zorlanacağıdır. 

Aslında kendi fakirliğimiz, kendi düşüncesizliğimiz bizi sadece kendimize dayandırmış bir toplumda bu tür hayali düşmanlara sebep olur. Düşüncelerimizin dışlanması ve hor görülmesiyle bu düşüncelerin sahibi olan biz de hor görüldü. Ancak amaçsızdı bütün bu olanlar ve açıklamasızdı, bunu hak etmiyoruz. Saldırıldık. Saldıran olsaydık belki farklı düşünürdük ve muhtemelen saldırdıklarımız da bizim gibi düşünecekti. Toplum düşünceleri ve iletişimleri kesti. İletişim kesildi ve algılar bozuldu. Kendisine olan iletişimimizin boş küme olduğu, kendisiyle iletişime geçmediğimiz varlıkları nasıl olur da doğru düzgün anlamlandırabiliriz ki?

 Ahlak ve anlayışın uygunluk bağlamından koparıldığı hareketlerimizin çoğu saldırı olarak algılanır. Bir kavga ahlaksız ve anlayışsızdır. Böylece kavga edenin de suç işleyenin de ahlaksız ve anlayışsız olduğu düşünülür.

AKIL (Üstteki 3 cümle her iki yazı içindir.)

Eğer kendi hislerimizden ayırırsak kanlar için yerde yatan bir beden acı vermediği sürece taştan farksızdır, akan bir nehir gibi cansız olduğunu düşünürüz. O bedene ne olduğunu nereden bilebiliriz ki o bedenin çektiği acıyı bilmesek? Acı o bedenle aramızdaki iletişimi sağlar, çoğu kültür ve insanlar arasındaki iletişim yoğun duygularla sağlandı. Zamanla acı hissini yorumlarız ve bu bedenin fayda-zarar analizini yaptıktan sonra o bedenin özelliklerini de sayar böylece akıllı bir şekilde yorumlarız. Akıl duygulardan bağımsız değildir ve hatta amaçları dahilinde akıl duygular için türemiştir. Amacı duygu ve his olmayan bir akıl matematiğin ve nesnelerin kendi içinde vardır ve işler ki biz muhtemelen bu aklı dış dünyadan yani nesneler ve matematikten aldık; ne üzerine, duygularımız üzerine.

Akılsız yaşama ihtimalimiz duygusuz yaşama ihtimalimizden yüksektir cümlesi şu -algılanmış- anlamına göre yanlıştır: duyguların da kendince akılları ve kendilerini ilgilendiren anlamları, işlevleri ve tutarlılıkları vardır yani akıllıdırlar. Şu anlamına göre de doğrudur; sadece duyguların ve hislerin yol gösterdiği bir yaşam her ne kadar plansız, verimsiz ve pahalı olsa da yaşanabilirdir. Bir insan canının her istediği yapabilir ki bunlar genellikle krallar, diktatörler gibi pahalı ve gereksiz yaşamlardır. Ancak bir insan diyelim ki canı istedi de uçurumdan atlamak istedi; akılsızsa bunu da yapabilir çünkü ötesine ne olacağını tahmin edebileceği bir aklı ve ileri görüşlülük senaryoları -kurgu, gerçekleşme ihtimali düşük olan bir şey olarak saçmalık da denebilir buna ancak sanırım gerçekleşme ihtimali detaylar arttıkça azalıyor- yoktur. Zaten bu yüzden sonra yemek istediğimiz bir şeyi onca istekten sonra yeriz ve sanki hiç istememiş gibi isteğimiz tükenir ki isteğimiz tükenmese muhtemelen organlarımız bunca yemeği kaldıramayacaktı.

Fırat Karanfil

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski