İNANÇSIZLIĞIN
ÖZÜ
Artık hiçbir harekete geçilmez. Hiçbir şey umursanmaz. Bir şeylerden küsülmüş, bir şeylerden kırgın kalınmıştır. Başarısız hissetmiştir ve beğenmiyordur. Beğenmeme hakkı vardır, inanmama hakkı vardır; bu haklarını kullanır, kendince.
Dahil olmak istemiyordur, sanki depresyona girmiştir. Başarısız olmuştur, çökmüştür. Çöktüğü şey çok uzağındadır artık. Sayabileceği birçok şey, aklına gelen neredeyse her şey değerini yitirir. Bilim, din, edebiyat, psikoloji, değerler, sanat, müzikler, eğlence... ve hatta ahlak ve ahlaki öğütler, büyükler, arkadaşlar... Bu saatten sonra bir "iş"e yaramaz. Çünkü bundan sonra "iş"ler çökmüştür, donmuştur. "İş"levsiz kalmıştır. Hem de çok uzaktadır.
İstenilen şey o kadar uzaktadır ki kendisine çaba harcanmaz, istenen şeyin o kadar ulaşılmaz olduğu düşünülür ki uğraşmak için çaba bile harcanmaz. İstediğini yerine getiremeyen insan isteksiz bir şekilde kendi varlığının yüküyle uğraşır, uğraşacaktır da çünkü ölene kadar sürekli bir şeyler istemeye devam edecektir. Zihni ve hayalleri donmuş, çökmüş, başarısız kalmıştır ancak akciğerleri, kalbi ve organları çalışmaya devam eder. Organları kan ister, oksijen ister... ruhu dediği şey can çekişirken.
İşte uzaktaki olanın takıntısı, uzaktaki olana kendini feda etme düşüncesi ve bunun -dış dünyası olan beklenti umduğu şeyler tarafından öne sürülmüş haliyle- kutsallığı. Artık vazgeçilmez bir şey vardır fakat kendisi uğruna ne bir şeyler yapılabiliyor ne de kendisi uğruna bir şeyler yapılamıyordur. Arayış bitmiştir gibi düşünülse de sorun arayışın bitmemesindedir, kararsızlık ve belirsizlik de dahildir bu bitmezliğe ve sürece.
"Ölürüm" onun uğruna denilen vazgeçilmez kutsallıklar, "uygunsuz"lukla karşılaşır ve insan yediremez kendine. Kendine yediremediği şey onu bitirir de durur. Hani düşünceleri onu yükseltecekti? İşte o değer kazanının sürekli olarak kaybetmesi bunun gibidir.
İşlevsizliği başlatan bir iş, isteksizliği başlatan bir istek, duygusuzluğu başlatan bir duygu ve bütün bunların altında yatan başarısızlık ve başarısızlığın altında yatan uygunsuzluğun ve uyumsuzluğun altında yatan uygunsuzluk... Buradadır işte zihnimizin ölü tarafları, buradadır topluluğumuz kayıpları... İşte burada gücümüzün, değerimizin ve önemimizin mezarlığı... O mezarlık ki altında diriler yatar.
Öldüğünüzü
düşündüğünüz ve bundan sonraki bütün dünyada, bütün olasılıklarda, aklınıza
gelen her düşüncede ve hayalde kendinizi dışladığınız "kendinizi
öldürdüğünüz" vakit; sorun şu ki ölmüyordunuz. Zihin ölmekle ölmemek
arasında, ölüme daha yakın ancak ölmemiş bir şekilde; sanki rahatsızlığı daha
etkili olarak hissettirmeye çalışan bir şeydi. İşte bu, insanların kaçıp
duracağı şeylerden biriydi; çünkü kaçılması gerekiyordu.
Mert Şahin