KADINLARA POZİTİF AYRIMCILIK TANINMALI MIDIR?

KADINLARA POZİTİF AYRIMCILIK TANINMALI MIDIR?


ŞİYAR ÖZDEMİR

Yazımda genel olarak duygusal bir yaklaşım tarzı kullanmak istemiyorum. Mantıksal bir düzen içerisinde olmasını umuyorum. Saygılı bir şekilde yazacağım. Yazı şahsi görüşlerimi barındıran iki paragraf halinde olacaktır.

TBMM, SİYASET VE KADININ YERİ

Elde ettiğimiz son verilere göre üyelerinin sayısı 550'den 600'e çıkan yeni Meclis'te sadece 103 kadın milletvekili olacak. Yani bu da demek oluyor ki meclisin sadece %17’lik bir kısmı kadın milletvekilleri olacak. %83 civarında erkek milletvekilleri çoğunlukta olacak. Biraz meclis işleyişine ufak çaplı değinelim.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 87. Madde

Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilanına karar vermek; Milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak; Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilanına karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir.

Vurgulamak istediğim konuya dönecek olursak: Bu tarz siyasi işlerin, ülke kararlarının daha çok erkek beynine bağlanması çok yeterli olmayabilir. Erkek ve kadın beynini ele alırsak her iki cinsiyetin belli farklılıkları var. Örneğin erkekteki testosteron oranından dolayı saldırganlık potansiyeli daha yüksektir. Bu potansiyel arzular düşüncelerimiz üzerinde belli bir etki alanına sahip olabilir. Birtakım araştırmalara göre az bir fark olsa bile kadınların duygusal zekâsının erkeklere göre bir tık önde olduğunu gösteriyor. Tabii buna dayanarak bir açıklama yapmak yanlış olabilir çünkü bu konuda büyük bir fark yok. İçgüdülerden de bahsetmek istiyorum. Kadın ve erkek iki ayrı kimlikti ve dünyaya geldiklerinde ortak içgüdüler olsa bile farklı içgüdüleri de vardır. Bu içgüdüler düşünme stilimizde ayrı bakış açıları ortaya koyabilir. Örneğin erkekler kas gücü olarak kadınlardan daha şanslıdır. Bu kas gücü üstünlüğü düşüncelere yön verebilir. Çünkü biz ne kadar hayır desek bile ya da çok bir anlam yakalayamazsak bile düşüncelerimizi etkileyen bir sürü durum söz konusudur. Yetiştiğimiz ortamın bizi etkilediği gibi fiziksel özelliklerimiz de düşünce tarzımızı etkileyebilir. Yani şöyle bir sonuca varıyorum: Cinsiyetlerimiz düşüncelerimizde rol oynuyorsa bir ülke siyasetini sadece tek bir cinsiyet üstünlüğüyle yönetmek dar açılı bir düşüncedir. Bir konuyu ele alırken ne kadar fazla yönüyle ele alırsak bir o kadar verimli olacaktır. Kadın bakış açısı genel olarak farklı pencereler açabiliyorsa siyasette de daha fazla rol oynamaları için ‘Pozitif Ayrımcılık’ kavramı uygulanabilir. Bu ülke yararına da etki edebilir.

ARİSTOTELES, ESKİ ZAMANLAR VE KADIN

İnsanlığın ilk zamanlarını bir düşünelim. Muhtemelen daha fazla fizik gücüne dayanan bir yaşam biçimi olacaktır. Bu yaşam biçimi de kas gücünden dolayı avcı-toplayıcı dönemler vs. erkeklere bağlanacaktır. Bu ilkel yaşamda erkeklere bağlanan işlerin seviyesinin daha fazla olduğunu düşünürsek zamanla gelişen yaşamda kadınlar biraz daha arka plana düşecektir. Daha da sonrasında çağlar, yıllar boyunca ilerleyen süreçte kadınlar ilk zamanlardan itibaren geri plana atılmış olabilir. Burda örneğin Aristoteles’e değinmek istiyorum. Aristoteles, MÖ 384 – c. MÖ 322 yıllarında yaşayan bir filozoftur. Aristoteles’in devlet anlayışında vatandaşlığı oldukça ayrıcalıklı bir statü olarak değerlendiren Aristoteles köleler, işçiler, çiftçileri, kadınlar ve zanaatkârları vatandaş olarak kabul etmez.  Bir filozof dahi kadınları daha çok arka planda tutan açıklamalar yapıyorsa bu işte bir gariplik vardır diyebiliriz. Süregelen yaşam ataerkil düzenle beraber kadına engel olmuştur diyebiliriz. Eski zamanlardan itibaren kadınların eline kalem verilse kadınların zihin işlerine yönelmesinde önayak olunsa günümüze kadar gelen süreçte devlet yönetimleri, felsefe tarihi gibi birçok konunun farklı bir şekilde ilerleyeceğini düşünüyorum. Aslında bu farklılıkların Dünya’yı daha iyi bir yer yapacağını iddia etmiyorum. Bu süreçlere sadece erkek bakışı değil kadın bakış açıları da eklense daha kapsamlı bir yol izlenebilirdi. Bu sebepten belli başlı alanlarda kadınlara daha fazla destek olunabilir.


HEJA TARLAK

Yazıma kavram yanılgılarından kurtulmak adına basit bir tanım yaparak başlamak istiyorum. Pozitif ayrımcılık sözlük tanımı "toplumsal yaşamda iş, meslek edinme, yönetme gibi alanlarda kadınlara toplumun öteki kişileriyle eşit bir duruma gelebilmelerinin yollarını açma" şeklindedir. Yani aslında ilk bakıldığında anlaşıldığını aksine kadınları üstün bir kesim hâline getirme ya da kadınları kalan toplumdan öne çıkarma gibi bir amaç söz konusu değildir. Şimdiye kadar süregelen toplumsal düzen, çoğunlukla sosyokültürel sebeplerden ötürü pek çok kadını toplumsallaşmadan uzak tutmuş, hayat akışında geri planda bırakmıştır. Pozitif ayrımcılık ilkesi özünde geri kalmış kesimleri standart toplum şartlarına çıkarmayı hedefler. Aslında koşulları yeterli olsa pek çok ilkeye imza atabilecek bir kesimi toplumun arka planında bırakmak toplumun ilerlemesini yavaşlatacağı gibi toplumun böylesine büyük bir kitleden mahrum olduğu bir gelişimin de tam olarak gelişim olabileceğini söyleyemeyiz. Bu sebeple yaşam şartları diğer insanlardan çoğunlukla geride olan kadın kesimine yapılacak ayrıcalıkların kötü niyetli ya da tehlikeli olacağını değil aksine topluma kazandırılacak her bireyin toplumsal yaşama katkısı olacağını düşünüyorum.

Genel olarak pozitif ayrımcılığın kadınları üstün kılma çabası üzerine kurulduğu düşüncesinin bir aldanmacadan ibaret olduğunu düşünüyorum. Bütün bunlar üstün bir kesim yaratma çabası değil, eşitsizliklerin azaltılmasına dayanan bir çabadır. Zaten kadınla erkeğin eşit koşullarda oldugu alanlarda pozitif ayrımcılık gibi bir durum söz konusu değildir. Fakat günümüzde aynı işi yapan kadın ve erkek dahi aynı maaşı almıyorken eşitliğin varlığının şu an için söz konusu olabileceğini düşünmüyorum. 

Özetle burada savunulan yargının herkesi eşit şartlara getirmeyi amaçladığını, bunun sosyal ve toplumsal açıdan gerekli olduğunu fakat bunun yapılırken toplumun hiçbir kesiminin zarar görmeyeceği şekilde yapılması gerektiğini düşünüyorum. Sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim.

BATUHAN KÜKRER

Kadınlar ve uğradıkları ayrımcılık son yüzyılların en çok tartışılan konuları. 20. yüzyılın başında başlayan kadın karakterinden beri düşünürler cinsiyet ve çevresindeki konular üzerinde çokça tartıştı. Günümüz çağı belkide kadınların şimdiye kadar en özgür olduğu çağ. Tabi burada bir başka tartışma konusu özgürlüğün ne olduğu. Dar bir ofiste saatlerce çalışmak ve güneş görmeyen bir apartmanda yaşamak özgürlük müdür? Bir zamanlar iş hayatına girmek bir kadın için şimdiye göre çok daha zordu, ama iş hayatına girmek özgürlük mü? Bir kadın veya bir erkek, cinsiyeti fark etmez, bir şirkette saatlerce çalışınca mı özgür oluyor? Bu soruları biz bir kenara bırakalım ve kadınların günümüzde uğradığı ayrımcılıklara bakalım.

Arada bahsetmek istediğim kısa bir konu var. Günümüzde, özellikle de Avrupa ve Amerika'da cinsiyet kavramı üzerine radikal görüşteki kimseler radikal tartışmalara girmekte. Hem cinsiyet özgürlüğünü savunanlar hem de geleneksel gericiliği savunanlar konu üzerinde radikal yorumlar yapmakta. Ben bu yazıda Batı'nın güncel görüşünü değil (3. akım feminizm) biraz daha eski bir görüş olan 2. akım feminizm perspektifinden ilerleyeceğim. Bunun sebebi henüz yeni Feminist bakış açılarının önemli konularda bir kesinliğe varmamış oluşu. Bu yazımda Kadın olarak adlandırdığım insanlar çift X kromozoma sahip bireyler. Cinsel tercihleri fark etmeksizin XX kromozoma sahip herkesi bu yazımda Kadın olarak sayacağım, aynı şekilde XY kromozoma sahip kimselerde erkek sayılacak. Dediğim gibi, güncel bakış açıları bu konuda net olmadığı için tartışmayı daha da karmaşık hale getirmemek için biraz daha eski bir bakış açısından ilerleyeceğim.

Ayrımcılığı anlamak için kadın ve erkek ilişkilerinin temeline, hatta en temeline bakmamız gerekir. İnsanlar olarak sosyal canlılarız, fakat özünde biz de diğer canlılar gibi aynı dürtülere sahibiz. Nihai amacımız uzun yaşamak ve üremek, ve bunu sadece bir kadın ve bir erkek eşliğinde becerebiliyoruz. Yeni bir insan için öncelikle bir sperme ve yumurtaya ihtiyacımız var. Bu ön koşulu bildiğimize göre işin detaylarına girebiliriz.

Öncelikle bir erkek her gün milyonlarca sperm üretebilir, sağlıklı olduğu sürece bunu rahatlıkla yapabilir. Fakat bir kadının sahip olabileceği yumurta sayısı sayılıdır. Bu sebeple iki cinsi en basit düzeylerinde karşılaştırdığımızda kadınlar erkeklerden daha değerli olur. Bir kabilede erkek sayısı kadın sayısından azsa üreme işlemi çok fazla probleme uğramadan devam edebilir, fakat kadın sayısı azsa üreme işlemi zorlanacaktır. Aynı zamanda kadınların hamilelik süreci hayvanların geneline göre daha uzun ve zahmetlidir, ayrıca kimi hayvan tek seferde çok sayıda çocuk doğurabilirken kadınlar tek seferde genelde bir çocuk doğurur. Bunlar zaten aşırı ender olan sağlıklı yumurtaları çok daha değerli yapar. İnsanlığın ilk çağlarında ata erkilden ziyade ana erkil olmalarının sebebi bu olabilir. İnsanlarda erkek seçmez, kadın seçer, nihai sonuç dişiye bırakılır. Günümüzdeyse toplumun geri kaldığı yerlerde bu ikilem tersine dönmüştür. Ayrıca çeşitli teorilere göre ilişkiye daveti yapması gereken kadındır, asıl av kadın değil erkektir. Erkekleri bu ikilemde değersizleştiren başka etmenler de vardır. Erkekler daha fazla kas kütlesi barındırabildikleri için savaşan taraf, yani feda edilen taraf olmuşlardır. Tehlikeli işler erkeklere bırakılmalıdır, böylece kadınlar mağarada güvende olabilir.

İnsanların 'modern' ve 'medeni' olduğunu iddia etmek insanın varlığına bir hakarettir. Günümüzde bile spermlerin değeri yumurtalardan azdır. Tıbbı gelişmeler, daha güvenli bir toplum ve ilerleyen teknoloji cinsiyetler arasındaki farkı azaltmıştır, ama bu fark sıfır değildir. Kadınlar cinsel hastalıklara daha rahat yakalanabilir, ilerleyen yaşlarında anne olmaları zordur ve hepsinden daha da önemli uygun eş bulmaları daha da zordur çünkü artık seçen değil seçilen olmuşlardır. İki cinsin temel dinamiklerine basitçe değindiğimize göre kadınların uğradığı pozitif ayrımcılıklara bakabiliriz.

Ülkemiz üzerinden örnek vermek gerekirse taşrada yaşayan kadınlar seçen değildir, ama şehirde yaşayanlar öyledir. Tinder üzerindeki eşleşme istatistiklerine bakarak kadınların daha özgür ortamlarda seçen olmayı tercih ettiğini görebiliriz. Ama bu içgüdüleri ata erkil baskıdan dolayı yıllar içerisinde köreltilmiştir. Yıllarca süren baskı sonrasında kadınlar seçen olmanın önemini unutmuş olabilir. Seçen olmaksa cinsiyet dinamiği bazında kadınların uğradığı pozitif bir ayrımcılık sayılabilir. "Erkeklerin seçmesi saçmaysa o zaman kadınların seçmesi de saçmadır. " denilebilir. Fakat bu yukarıda gösterdiğimiz örnek tarafından çürütülmüş olur.

Peki sizce kadınlar pozitif ayrımcılığa uğramalı mı?

HAYRUNNİSA YÜNCÜ

İster kabul edelim ister etmeyelim ama hepimizin genlerinde erkek egemen bir toplumdan gelen atalarımızın çok kıymetli, değişmez algısı bulunmakta. Hayatta kalma içgüdüsü ya da cinsel içgüdünün yanında bunları da nesilden nesle aktarmayı ihmal etmemişler. Haliyle “e kadınlar da çok abartıyor canım bütün erkekler aynı değil” tarzı yargıların yersiz olduğu apaçık ortada. Bütün erkekler aynı değil elbet çünkü bütün insanlar aynı.

 Tarihin yaklaşık son 200 yılı kadınlar kendilerini bulmaya, tanımaya başladı. Çok sağlam bir önyargı kırılmaya başladı. Belki de son 200 yılda bu yüzden bilimsel gelişmeler hız kazanmaya başladı. Artık kadınlar kendi haklarını arıyordu. Özgürlüklerini arıyordu. Kendi değerlerini anladılar. Bir şeyler anladıkça daha çok merak ettiler. Daha çok keşfettiler. Artık kadının adı vardı. Fakat binlerce yıldır aynı kalan beyinleri; 200 yıl, değiştirmeye yetmez.

 Aynı işi kadın yapınca daha çok takdir edilir. Neden? Çünkü kadın yaptığında bu yeni bir duruma dönüşür. İnsanlar şaşırır. Bu işi başarmış. Üstelik bir kadın başarmış. İşte biz bu noktadayız. Hala şaşırıyoruz. Bu yenilik beynimize, kalbimize işlememiş. Tam şu an gözlerinizi kapatıp hayali “birini” gözünüzün önüne getirin desem bu muhtemelen bir erkek olacaktır. Kadınlara yönelik olan bu kadar faaliyet, farkındalık çalışmaları, teşvikler, yazılar, tartışmalar abartı değildir. Ayrımcılık değildir. Günümüz teknolojilerinden faydalanarak süreci hızlandırma çalışmalarıdır. Kadınlar adalet önünde haklarının büyük bir kısmını almış olabilirler. Ama beyinlerimizdeki yerleri henüz tam oturmuş değil. Yeterince farkındalığa sahip olan herhangi biri için de geçerlidir bu. Toplumun beynini kastediyoruz çünkü.

 Beyin demişken beyin cinsiyetimizden de bahsedelim. Bu organımız kadın ve erkek cinsiyetli olarak ayrılıyor. Biyolojik cinsiyetten tamamen bağımsız. Yani bir erkek kadın beynine sahip olabilir. Dişi beyin işitme, konuşma ve empati yeteneğinde erkek beyinden daha başarılı. Erkek beyin ise yeryön bulmada, cisimleri üç boyutlu hayal etmede daha başarılı. Dolayısıyla kadınların ya da erkeklerin beyin cinsiyetleri aynı da olabilir, farklı da. Biyolojik cinsiyetimizin beynimize bir etkisi yoksa ayrıcalık tanıyacağımız beyni biz seçemiyoruz. O yüzden bütün beyinlere değer verilmeli. Hem de bu, bilmem kaç bin yıllara mal olmadan yapılmalı.

SONAY AKIN

Kadınlara ayrıcalıklar tanınmalıdır ama bunun modern feminizm furyası ile ırk üstünlüğü yaratılarak yapılmasını savunmuyorum. Şayet eşitliğin bahsedildiği yerler kanun önü ve herhangi bir mal paylaşımı konusunda olmalıdır. Onun dışında tanınacak ayrıcalıkların fıtrat ve biyolojik farklılıkların dışında olması gerektiği kanaatindeyim. Hormon değişiklikleri menstrual döngü gibi biyolojik unsurlar gidişatı zorlaştırsa da tamamen yaşamın akışını durdurmak için yeterli sebepler değil. Aslında yaşanan bunca fiziksel ve sözlü saldırının çoğalması kadınların artık tabularla yaşamamak söz sahibi olmak ve kabuklarını kırmak istekleri günümüz teknoloji dünyasının imkanlarıyla onlari hak aramaya itti. Fikir açısından güzel bir dayanışma sağlanabilir ama bu yerini kontrolsüz bir güce bıraktı. Saygı duyulması istenilen davranışlar nefret söylemlerine dönüştü. Belki yöntem olarak doğruydu ama amacından sapıldı. Kadınlara tanınması gereken ayrıcalıklar onları tek bir ırkın üstün olduğu düzene itmemeli. Şayet bu düzen sistemi ile yola çıkılmazsa her şey kadın eli değmiş kadar olabilir.

EYMEN TAPAR

Evrimsel (bu gibi) süreçlerin var ettiği şeylerle beraber zamanla insanların düşüncesizlikleri kültürler içerisinde değer kazandı. Para bir baskı aracı oldu. Kutuplaşmış görüşlerin barındırdığı dünyada insanlar daha korumacı, çekingen ve endişeli bir yapıya büründü. 

İki cinsiyetin de istedikleri artarken mevcut kültürün insanların isteklerini yanıtsız bırakmasıyla insan ilişkileri arasında dengesizlik arttı. Kendini güçsüz hisseden, gücünü daha da sert kullandı. Yani ezebilen ezdi, dövebilen dövdü, merhamet etmek olumsuz olarak sergilendi. (Rahat hissedenin sıkıntısı yoktur; demek ki şiddet uygulayıp normalde yapmam dediklerini yapan, rahatsız bir durumda hissediyordur.) 

Makamlar ve şöhret bir övünme, övünmek de saldırı aracı olarak sosyal statülerin rahatsız tarafını oluşturdu. Paylaşmak kerizvâri bir şey olduğundan dolayı insanlar içlerine daha kapalı bir duruma büründü. Rekabet sert bir şey olarak doğanın kanunuydu, öyle diyorlar. Rekabete ters giden insanlar rezil edilerek aşağılanıyordu. Böyle bir dünyada insanlar ya dine ya da eğlenceye sarılarak kurtuluş arardı.

Kadını eşit bir hale getirelim. Hatta bütün meslekleri de kadınlara verelim. Eğer kadınların doğasını kendilerinden alamazsak yavaş yavaş kendi evlerine geri döneceklerdir. Çünkü iş yeri adet görme yeri değildir, masa başları hamilelik sürecine uygun yerler değildir, kadının duygusal yapısı savaş alanları için tasarlanmamış hatta erkekleri etkileyip eğiterek savaş alanlarının olmaması için tasarlanmıştır. Yıllar süren ve evrimsel şekillendirmelerin olduğunu düşündüğümüz verimli yollara düşüncesizce karşı çıkmak, modern rüyamızda bizi haksız çıkararak aldatabilir. 

Erkek yemek için avını ararken kadın da gereksiz yere erkeğin peşinden av aramaya gitmeyecektir. Önemli olan şey bir durumu, ortamı ve olguyu suçlu görmektense sorunun asıl kaynağı olan rahatlığı ve rahatsızlığı düzenlemektir. 

Göstergeler tersine döndü. Negatif görülen pozitif, pozitif görülen negatif oldu. Her şey kadınların erkekleri aşağılamasıyla ve erkekleri bir şeylerden yoksun bırakarak küçük düşürmesiyle başlamıştı.

Zamanla erkekler evlerine kapanmaya çalıştı. Evler, erkekler için gitmek istedikleri yerdi. Ev hayatına dahil olan erkeklerin istatistikleri gelişmiş toplumlarda karşılaştırıldı. "Erkekleri evlere almıyorlar" diyen reddedici toplumlar vardı. 

Erkekler çalışmaktan yoruldu, dışarıda ter kokusu çekmek istemiyorlar.

Artık erkeğin erkekliğini kullanacak davranışlarda bulunması ayıplanıyordu.  İşte erkeklerin o zamanki popüler cümlesi buydu: "Ben neden kadınlar gibi olamıyorum ki?" Zamanla erkekler kendi istekleri üzere evrim geçirir. 

Erkekler kadınlar üzerine rekabete girmekten fazlasıyla sıkılmıştı. Her biri gözlerini perdeliyordu. Öne çıkmak ve etkilemek gibi büyük bir riski almaktan sakınıyorlardı. 

Kadınlar yeni erkekler olmuştu. Erkek bundan böyle 9 ayda bir boşalacak şekilde programlanmıştı. 

Artık her erkek bir cazibe adayı olarak kendilerini iyi hissetmek adına kendilerine oldukça yüksek düzeyde bakım yapıyordu. Dişleri sararmış, koltukaltı terli olan işten çıkmış dertli kadınlar erkekler için yanıp tutuşuyordu. Erkek sperm üretiminde kendi evinde kuluçkada kalacak şekilde verimli olurken, erkek dışarıya çıktığı vakit ürettiği spermin kalitesi düşüyordu. 

Kadın 7-8 saat işe gidip geliyor, hayatından benziyor sonra evine gelip akşam onu evinde bekleyen erkeğini karşılıyordu. Erkekler zulme uğradığını düşünüyordu, kendilerine yeterince iş verilmiyordu. Kendilerine yeterince değer verilmiyordu. Erkekler diyordu: "Hani seviyorlardı bizi yeeaaa." Minnak cızırtılı bir sesle. 

Memeleri kıllı kadınların oluşturduğu bu kast sisteminde ciltleri pürüzsüz erkekler günden güne hak ilan ediyorlardı. Pürüzsüz, toplumun gözbebeği erkekler kararlıydı: haklarını alacaklardı. Kadınlara gerekeni ödeteceklerdi. Olayları bulandırıp, politika yapacaklardı. İllaki oraya gideceklerdi. Ne yaparlarsa yapsınlar, artık hiçbir erkek kendi evinde oturup 9 ay boyunca sperm oluşumunu bekleyecek değildi. Hem kadınlar başka erkeklerle bir arada olmaya çabalıyorlardı, daha çok sperm denemesi daha çok hamile kalma olasılığıyla beraber daha çok zevk verirdi demekti. Çocuklar erkeklerin başına salınacaktı. Erkeklere dua edin.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski