YUGOSLAVYA'YA DAİR
YUGOSLAVYA’NIN (YFHC) KURULUŞU
Yugoslavya; Avrupa ile
Asya’nın, Doğu ile Batı’nın, İslam ile Hristiyanlığın kesiştiği topraklar
üzerinde kurulmuş olması nedeniyle Balkanlar tarihi boyunca jeopolitik ve
jeostratejik açıdan önemli olmuştur. Birçok kimliğin, dinin ve kültürün
karşılaştığı bu topraklarda zaman zaman “Ötekine” karşı kin ve düşmanlıklar
beslenmiştir. Ayrıca “Büyük” olma isteği ve bu isteğin komşu ülkelerin
toprağından geçmesi de savaşları kaçınılmaz kılmıştır.
Yeryüzündeki konumu itibariyle Avrupa’dan
ayrılamayan ama kültür olarak hep içerideki
“Öteki” konumunda algılanan Balkanlar’da Alman, Arnavut,
Boşnak, Bulgar, Çingene, Hırvat, Macar, Pomak, Sırp Sloven, Türk, Yahudi, Yunan
gibi etnik gruplar yaşamaktadır. Ancak Romalılar, Hunlar, Gotlar, Avarlar,
Franklar, Kumanlar ve Peçenekler de bu bölgede belirli zaman dilimlerinde hâkim
olmuş ve derin izler bırakmışlardır. Doğu ve Batı arasında köprü görevi gören
bu yarımada, 1350’lerden itibaren Türklerin bu bölgeyi hakimiyetleri altına almasıyla
bambaşka bir dünya ile tanışmış ve hızla o dünyanın da bir parçası olmuştur.
Daha sonra hızla yayılan milliyetçilik akımı ve birçok diğer faktörün de
etkisiyle bu bölgedeki etnik gruplar bağımsızlıklarını kazanmaya
başlamışlardır. Bu süreç ise çok kanlı savaşlar ve şiddetli siyasi
çatışmalardan geçmiştir. Uzun ve kanlı bir mücadele sürecinden sonra Balkanlar,
iki dünya savaşı arasındaki dönemde göreceli bir sükûnet yaşamışsa da 1939
yılında patlayan 2. Dünya savaşı belgedeki dengeleri ve düzeni tamamen altüst
etmiştir. Bu savaşın etkileri, Balkanlar’daki komünist idarelerin 1990-92
yıllarında yıkılmasına kadar çok çarpıcı bir biçimde devam etmiş; halen de
başka bir kisvede devam etmektedir. Josip Broz Tito, bu karmaşanın içinde
sivrilen önemli şahsiyetlerden biri olmuştur.
YFHC’nin
kuruluşunun altında yatan nedenlerin ve kurulduğu atmosferin daha iyi
anlaşılabilmesi için öncelikle Josip Broz Tito’dan bahsedilmesi daha iyi
olacaktır. 1920 yılında Zagreb’de Komünist Parti’ye katılarak siyasete giren
Tito, Yugoslavya’daki halkların günlük hayatlarını ve siyasi görüşlerini
derinden etkilemiş; Balkanlar’da ve Dünya’da mühim bir siyasetçi olarak kabul
edilmiştir. Yugoslavya ikinci defa, İkinci Dünya Savaşı sırasında Tito ve
arkadaşları tarafından kurulmuş ise de Tito bu işin ana ekseni olmuştur.
Arkadaşlarına sadece fikir ve yön vermemiş; bir yandan ruh verirken öte yandan
da barışı ve adalet söylemlerine rağmen, devrimci şiddet ve zulmü de gerekli ve
meşru görerek yoğun bir şekilde uygulanmasına cevaz vermiştir. Böylesine bir
geçmişe rağmen Tito’nun İkinci Dünya Harbi’nden sonraki siyasi çalışmaları,
Komünist ülkeler içerisinde yeni fikirler doğmasına ve Batı ile iyi ilişkilerin
kurulmasına yol açmıştır. Bu itibarla Tito’yu tanımak hem bölge ülkelerinin hem
de büyük güçlerin Balkanlar’daki ve Dünya’daki siyasetini oldukça iyi tanımak
için çok faydalı bit müktesebat temin eder. Tito’nun Yugoslavya’sını
tanıyabilmek için öncelikle Tito’nun kendi şahsını ve sonra da sırasıyla
bölgesel ve milletlerarası şartları iyi bilmek gerekir.
Yugoslavya, aslında ilk olarak 1. Dünya
Harbi’nin sonunda imzalanan Versay Barış Antlaşması ile kurulmuş bir ülkedir.
Bu ülke, büyük güçlerin kararına göre Sırbistan Krallığı, Karadağ Krallığı ve Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu’nun elinden alınan Bosna-Hersek,
Hırvatistan,
Slovenya ve Adria toprakları üzerine kurulmuş olup idaresi Sırbistan’ın
Karacorceviç hanedanına verilmiştir. Ülkenin kuruluşunda, en çok büyük güçlerin
menfaatleri etkili olmuş olmakla beraber, “Güney Slavcılık” adı verilen siyasî
akımın da mühim bir katkısı olmuştur. Yugoslavya’nın kuruluş dönemindeki adı da
“Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı” olmuştur. 1917 yılındaki Sovyet İhtilâli’nden
önce de bölgede var olan komünistler, krallığın kuruluşundan sonra aralarında
hızla ve resmen teşkilatlanmış ve Sovyetler Birliği’nin teşviki ve izniyle
“Yugoslavya Komünist Partisi” (YKP) kurulmuştur. Bu parti, Yugoslavya’daki ilk
seçimlerde üçüncü parti olarak ortaya çıkmış ise de üyelerinden birisinin
İçişleri Bakanı’nı suikastla öldürmesi üzerine yasadışı ilân edilmiş ve üyeleri
tutuklanmaya başlanmıştır. Bu arada, ülkedeki milletler de kendi aralarında
anlaşıp kaynaşamayınca, Kral 1.Aleksandar,
1929 yılında anayasayı askıya almış ve bütün yetkileri elinde
toplamıştır. Bunun siyasî sonuçları, ülkede var olan Sırp hâkimiyetinin daha da
koyu hâle gelmesi, Sırp milliyetçiliğinin azması ve muhalefetin susturulması,
hapse atılması veya sürgün edilmesi şeklinde tezahür etmiştir. 06 Nisan 1941
tarihinde Hitler’in Belgrad’ı bombalamasıyla başlayan saldırı, 17 Nisan 1941
tarihinde imzalanan teslim antlaşmasıyla beraber bu devlete son vermiştir.
Bundan sonra başlayan iç savaş ve işgale karşı mücadele, ancak 1945 yılında son
bulmuş ve Tito’nun idaresinde Yugoslavya Federe Halk Cumhuriyeti (YFHC) (İkinci
Yugoslavya) kurulmuştur.
YFHC, soğuk savaş
döneminin ender başarı öykülerinden biriydi. Dünyanın en stratejik
bölgelerinden birinde, dört yıl Nazi işgali altında kalmış, tarihinde demokrasi
deneyimi çok az olan ve çok sayıda ırk ve dinin bir arada ve hatta iç içe
yaşadığı bir ülkede ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklar sosyalist paylaşım ve
kardeşlik içinde ortadan kaldırılacaktı. İlk otuz beş yıl içinde Yugoslavya
sosyalist dünyada en liberal ekonomik anlayışa, en özgürlükçü siyasal yapıya ve
en üst düzeyde etnik ve dinsel hoşgörüye sahip oldu. Bu sonucun alınmasında
Tito’nun üç yönetim ilkesi etkili oldu: Özyönetim anlayışıyla yerel
özgürlüklerin sağlanması; kardeşlik ve birlik anlayışı ile tek parti yönetimi
içinde etnik uyumun kurulması ve dış politikada bağlantısızlık anlayışı ile
dünya barışına hizmet edilmesi. Tabii bu otuz beş yıl içerisinde Yugoslavya’da
her şey toz pembe değildi. Birçok etnik kökenin birlikte yaşıyor oluşu kültür
çatışmalarına ve aşırı milliyetçi yaklaşımların körüklenmesine neden oluyordu.
Tito’nun varlığı ve yönetimi, bu çatışmaları yatıştırıyor ve adeta bit tutkal
gibi herkesi bir arada tutmayı beceriyordu. Ancak Tito’nun ölümüyle ülke en
önemli birleştirici unsurunu “tutkalını” yitirdi. Tito’nun ölümünün ardından
gelen dünya ekonomik depresyonu da ülkeyi çok zor duruma soktu. Yugoslavya’yı
oluşturan cumhuriyetler arasındaki ekonomik farklılıklar gitgide belirginleşti
ve gelişmişlik farkı açık bir biçimde ortaya çıktı. Bu gelişmelerin ilk
belirtisi, Belgrad yönetiminin (Yugoslavya’nın başkenti) ekonomik
politikasından hoşnut olmayan Kosova Arnavutlarının 1981 Nisan’ında ayaklanma
çıkarması ve bunun oldukça kanlı bir biçimde bastırılması oldu. Yugoslavya’nın
dağılmasında en büyük etkenlerden biri de milliyetçilik faktörüdür. 1990’lardan
sonra çok etnikli yapıya sahip devletlerin hepsinde olduğu gibi, Yugoslavya’da
da ulusal ve etnik gerginlikler yaşanmaya başlamış; Tito sonrası geçiş dönemi
olarak kabul edilen 1980’lerin ilk yarısı, aynı zamanda milliyetçiliğe geçiş
dönemi veya yeni bir milliyetçilik dalgasının yaşandığı dönem olmuştur.
Yugoslavya krizinde milliyetçiliğin rolü üç ana nedene dayanmaktadır:
1. Yugoslav devletinin tutarsız kurum
yapısı
2. Sırp ressentiment (kin duygusu)
3. Otoriter kuralların yıkılışı
Birincisiyle ilgili olarak, cumhuriyetler
arasında çatışmaları önleyecek demokratik kuralların uygulanabilirliğini ve
çalışabilirliğini sağlayan kurumsal bir yapı oluşturamadı. İkinci ve en önemli
faktör olan, Sırplarda oluşan kin duygusu ki bu hem ikinci Yugoslavya da hem de
bağımsız devlet olan üçüncü Yugoslavya tarafından reddedilmiştir, 1980’lerin
ortalarından itibaren Sırp aydınlarının önemli bir bölümü arasında, özellikle
askeri elit ve politikacılar arasında güçlü olmuştur. Üçüncü faktör, 1980’de Tito’nun
ölümüyle ve Doğu Avrupa’da komünist rejimlerin yıkılmasıyla başlamıştır. Sırp
kin duygusunun oluşmasının nedenleri; ilk olarak 1974 anayasasıyla Sırbistan’ın
sorunlu duruma düşmesidir. Bu bağlamda
1976’da
Sırp yetkililer, 1974 Anayasasının değiştirilmesi için çağrıda bulunmuşlar ve
isteklerini mavi kitapta toplamışlardır. Bu dokümanda Sırp yönetimi, diğer
cumhuriyetleri “bıçakla” topraklarına sahip olmak istedikleri konusunda alenen
suçlamıştır. İkinci neden Kosova ve etnik tehdittir. Kosova’nın Sırplar için
önemi nedeniyle Kosova’daki Arnavutların bağımsızlık yanlısı politikaları
Sırplarca sert karşılandı. Sırp parti liderleri tarafından kullanılan bu durum
Arnavutları düşman olarak gösterdi. Arnavutların elde ettiği özerklik, Tito’nun
ölümünden sonra Sırplar tarafından ellerinden alınmaya çalışıldı. Sırpların bu
konudaki “Sırp stratejisi” gereği, Arnavutların 1974 Anayasasıyla elde
ettikleri yetkileri ve
Sırplara yönelen etnik temizliği durdurmak için Kosova tekrar
Sırp topraklarına katılmalıydı. Üçüncü neden antidemokratik koalisyondur.
1980’lerin sonunda Sırp Ortodoks Kilisesi ve entelektüellerin de yardımıyla
Sırp milliyetçiliğinin yerleştirilmesi, antidemokratik rejimin yerleşmesine
yardımcı oldu. Politikalarının amacı, Büyük Sırbistan’ın yaratılması ve eski
Sırp rejimine geri dönmekti.
Milliyetçiliğin
nedenlerini biraz konuştuğumuza göre şimdi Yugoslavya içerisindeki
Cumhuriyetlerden kısaca bahsedebiliriz.
Bosna Hersek, sık sık eski cumhuriyet
içerisinde, nüfus çeşitliliği ve karmaşıklığı nedeniyle “Küçük Yugoslavya”
olarak anılırdı. 1991’deki tahminlere göre ülkede 4.365.000 kişi yaşamaktadır.
Bunların yaklaşık %44’ü kendisini Müslüman olarak %31,5’i Sırp olarak,
%17’si
Hırvat olarak tanımlamakta, diğer milletlere mensup olan %5,5.’i kendilerini
Yugoslav olarak tanımlamaktadır. Hırvatistan, ülkenin ikinci büyük
cumhuriyetidir. Tahminlere göre ülkenin nüfusu 4.760.000, bunların %78’i
kendilerini Hırvat olarak, %12’si
Sırp olarak
tanımlamaktadır. 1991’de nüfusun %2,2’si kendilerini Yugoslav olarak, %1’i
Müslüman olarak tanımlamaktadır. Geri kalan %1, diğer topluluklardan (İtalyan,
Macar, Çek, Slovak, Romen-çingene) oluşmaktaydı. Makedonya nüfusu 2 milyon
civarındadır. Bunların %65’i Makedonlar, %21’i (140 bin civarında) etnik Arnavut,
küçük oranlarda Türkler, Romenler ve Sırplar (%4,8, %2,7, %2,2) yaşamaktadır.
Makedonya, diğer Güney Slav halklarının etnik varlığının savaş alanıdır.
Karadağ, eski Yugoslavya’nın en zayıf cumhuriyetidir. Sadece %5,4’lük alanı
kapsar ve nüfusu 600 bin civarındadır. Bunların %62’si kendini Karadağlı
olarak, %15’i Müslüman olarak, %9,2’si Sırp olarak, %6,2’si Arnavut olarak ve
%4,5’i Yugoslav olarak tanımlamaktadır. Slovenya “Alpine Devleti”,
Yugoslavya’nın kuzeybatısında yer alır. Nüfusu 2 milyon civarındadır, etnik
olarak en homojen topluluktur. Nüfusun %90’ından fazlası Sloven’dir. Sırbistan,
eski Yugoslavya Cumhuriyetleri arasında hem nüfus hem de yüzölçümü bakımından
en büyük devlettir. İçerisinde iki özerk bölge bulunan tek devlettir, kuzeyde
Voyvodina, güneybatıda Kosova, Macar ve Arnavut azınlıklar çoğunlukla buralarda
yaşamaktadır. Tahminlere göre Sırbistan nüfusu 9.800.000’dir. Bunun %65,8’i
Sırp, %17,2’si Arnavut, %3,5’i Macar, %3,2’si Yugoslav, %2,4’ü Müslüman, %1,4’ü
Karadağlı ve %1,1’i Hırvatlardan oluşmaktadır. Yukarıda belirtilen Cumhuriyetlerin nüfus
bilgileri ve halkın kendilerini tanımladığı kimlik açısından; Tito’nun ölümünün
ardından yapılan nüfus sayımlarında 22,4 milyonluk nüfusun sadece 1,2 milyonluk
kısmı (%5) milli kimliğini “Yugoslav” olarak belirtmiştir. Bu kişilerin
çoğunluğu da askeri-sivil-devlet bürokratları ile aydınlardan oluşmaktaydı. Bu
durum Yugoslavya’da etnik-tarihi milli kimliklerin güçlendiğinin bir işaretiydi
ve aynı zamanda da Yugoslavya’nın 35 yıllık varlığı süresince Yugoslav
sisteminin bir eritme potası olamadığının, ortak bir “Yugoslav” kimliği
yaratmada başarılı olunamadığının da bir göstergesiydi.
YUGOSLAVYA’NIN (YFHC) YIKILIŞI
1986
Mart’ında Sırp Bilim ve Sanat Akademisi, 1945’ten beri var olan ancak Tito
döneminde seslerini çıkaramayan Sırp milliyetçilerinin bir manifestosunu
yayımladı. Bu manifestoda özetle Sırpların Yugoslav Federasyonu içinde baskı
altında yaşadığı ve ülke yönetiminde “Yugoslavya’nın gerçek sahibi olan” Sırplara
daha çok söz hakkı verilmesi gerektiği açıklanıyordu. İşte bu manifestoda
istenen değişiklikleri yerine getireceğini vaat eden Slobodan Miloseviç 1987
Aralık ayında gerçekleştirdiği bir iç darbe ile Sırp Komünist
Parti
Örgütünün yönetimini ele aldı. 1988-89 yılları Miloseviç’in zaten sallanmakta
olan Yugoslav siyasetinin temelini dinamitlemesiyle geçti. Miloseviç yönetimi
Sırpların tarihsel nedenlerle üzerinde hak iddia ettikleri Kosova'nın
özerkliğini Mart 1989'da kaldırdı. 1990'lar boyunca Sırbistan'ın güneyindeki
Kosova'da yaşayan Arnavut çoğunluğun liderleri bağımsızlık için şiddet
içermeyen bir direniş siyasetinden yana oldular. Ancak, 1996'da radikal
Arnavutlar Kosova Kurtuluş Ordusu'nu kurarak silahlı eylemlere başladılar.
CIA
tarafından Büyük Arnavutluk’u kurmak için silah depoları yağmalamasıyla ve
Arnavutların askerîleştirilmesiyle sonuçlandığı Şubat-Mart 1997 Arnavutluk'ta
iç karışıklıklar kışkırtıcılığı yapıldı. Yugoslavya hükûmeti Arnavut
saldırılarına karşı sivilleri gözetmeksizin güç kullanarak karşılık verdi.
Bunun sonucunda pek çok Arnavut evini terk etmek zorunda kaldı. 1999 yılının
başlarında Sırpların UÇK eylemlerini bastırmak için uyguladığı metotların
katliam boyutlarına varması, özellikle Ocak 1999'da Kosova'nın başkenti Priştine'nin
25 kilometre güneyindeki Raçak köyünde vücutlarının çeşitli uzuvları kesilmiş
ve kurşunlanmış 46 Kosovalının cesedinin bulunması uluslararası kamuoyunda
büyük tepki yarattı. Uluslararası toplumun tepkisi sonucunda 1999 Mart ayında
Yugoslavya'ya karşı yaklaşık üç ay süren NATO bombardımanı başladı.
Bombardımanlar Miloseviç hükûmetinin NATO'nun taleplerini
kabul etmesine ve Sırp kuvvetlerinin Kosova'dan çekilmesine kadar devam etti.
Haziran 1999'dan itibaren Kosova NATO ve Rusya'ya (Rus birlikleri 2003'te
çekildi) ait barış gücü tarafından yönetilmeye başladı. 17 Şubat 2008'de
Kosova'nın Sırbistan'dan bağımsızlığını ilan etmesiyle Yugoslavya’nın dağılması
sürecindeki son halka da tamamlanmış oldu. Eylül 2000'de Sırbistan'da yapılan
cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda muhalefetin zaferini inkâr eden Slobodan
Miloseviç’e karşı kitlesel protestolar başladı. Protestolar sonunda Miloseviç,
iktidarı terk etmek zorunda kaldı. 6 Ekim 2000'de muhalefetin adayı Vojislav
Koštunica göreve başladı. Mart 2001'de Miloseviç, iktidarı kötüye kullanmak ve
yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklandı. Aynı yılın haziran ayında Hollanda'nın
Lahey kentindeki Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne teslim edildi.
2002 yılında başlayan mahkemede Bosna-Hersek'te soykırım yapmak, Hırvatistan ve
Kosova'da da savaş suçu işlemekle suçlandı, 11 Mart 2006'da mahkemesi devam
ederken geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını kaybetti. Nisan 2002'de Yugoslavya
Parlamentosu Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından savaş suçu işlemekle
suçlanan herkesin mahkemeye teslim edilmesini kararlaştırdı. Aynı yılın mart
ayında Sırbistan ve Karadağ, aralarındaki birliği gevşeten bir düzenlemeye
gittiler. Bu düzenlemeyle “Yugoslavya Federal Cumhuriyeti” olan ülkenin adı
Şubat 2003'ten itibaren “Sırbistan-Karadağ” adını aldı. Bu düzenleme gereği
Mayıs 2006'da Karadağ'da yapılan oylama sonucunda %55,5 oranında bağımsızlık
yönünde karar çıktı. 3 Haziran 2006'da Karadağ'ın, iki gün sonra da
Sırbistan'ın bağımsızlığını ilan etmesiyle Sırbistan-Karadağ'ın varlığı da sona
erdi. Sırbistan ve Karadağ’ın ayrı iki bağımsız devlet olması ardından
Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nden geri kalan iki özerk bölge Kosova
ve Voyvodina, Sırbistan’ın toprakları içinde kaldı. 2008 yılındaki tek taraflı
bağımsız ilanı ile Sırbistan yönetiminden ayrılan Kosova’dan sonra, özerk
yapıda kalan tek bölge Voyvodina’dır.
Yugoslavya
Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nin ortadan kalkmasıyla aynı topraklar üzerinde
kurulan devletler:
-
Bosna
Hersek
-
Hırvatistan
-
Slovenya
-
Kuzey
Makedonya
-
Sırbistan
-
Kosova
-
Karadağ
Havin Jiyan Fidan