Yalnızlık ve Akasya
Ben koca bir şehrin ortasındaki, insanoğlunun şehrin betonlarından kaçıp
yeşillik görmesi ve güzel vakit geçirebilmesi amacıyla daha büyük bir yeşil
alanı tahrip ederek yaptığı bir parkta, dikenli çam ağaçları arasındaki boynu
bükük bir akasyayım. Karşımda insanların oturup vakit geçirmesi için yan yana
dizilen üç adet, sallanan ve her birine üç insanın rahatlıkla oturabileceği
genişlikte olan banklar bulunmakta. Bense bu bankların hemen sağ çaprazında,
insanlar ile yüz yüze durarak sessiz bir şekilde, gün içinde o banklara oturan
insanları gözlemliyor ve dinliyorum. Daha doğrusu gözlemliyor ve dinliyordum. Neredeyse
bir aydır bu banklara hiç kimse oturmadı; oysa park ilk açıldığı zaman insanlar
sürekli geliyor, parkı geziyor en sonunda da dinlenmek amacıyla önümdeki
banklarda oturup sevdikleriyle sohbetler ediyordu; ama zamanla bunu yapan insan
sayısı azaldı ve son bir aydır sıfıra indi. Acaba insanlar parka küstükleri
için mi artık buraya gelmiyorlar yoksa bir zamanlar buraya gelip gittikleri o kısacık
dönem, yalnızca insanoğlunun betonla kurduğu platonik ilişkiye ara verip de
nihayetinde başarısızlığa uğradığı bir girişimden mi ibaretti? Kim bilir?
İnsanoğlu ağaç değil ki anlaşılsın.
Ama bugün bu bankların sessizliği
uzun bir süre sonra bozulacak gibi duruyor. Bir insan sessiz serzenişlerimi
hissetmiş olacak ki, şu an bana en yakın konumda bulunan bankta oturuyor.
Elindeki çakmakla oynayarak müzik dinleyen bu genç adam gözleri hafif nemli bir
şekilde ufukta batmakta olan güneşi seyrediyor. Sırt çantasını bankın sol
tarafındaki boşluğa bırakan ve dizlerini kendine doğru çekerek oturan gencin bir
derdi olduğu her halinden belli. Öyle ki, kafasını dizlerinin arasına gömmüş,
ellerini de başının hemen üstünde kenetlemiş derbeder bir vaziyette oturuyor.
Bu görüntüye yüksek müzik sesinin arasından belli belirsiz bir ağlama sesi
eşlik ediyor. Acaba ne derdi var? Keşke öğrenebilseydim. Keşke derdini öğrenip,
derdine bir çare üretebilseydim. Ama yaradılış mâni oluyor bana. İnsanların kendi
sonlarını kendi elleriyle hazırladıklarını bilmelerine rağmen, soydaşlarımı
katletmelerine sebep olan yaradılış…
Bu şehre hiç gelmemeliydim. Neyime
benim üniversite okumak? Hem sanki kendi memleketimde üniversite yokmuş gibi ne
diye geldim ki arkadaşlarımdan ve ailemden uzaklaşarak bu ait olmadığım kente? Acaba
geri mi dönsem memleketime? Ya hayallerim ne olacak? Offf! Yine kendimi içinden
çıkamadığım dilemmalara sokuyorum. Adına hayat dedikleri şey bir masa tenisi
oyunundan farksız. Masanın bir tarafında dilemmalar var, diğer tarafında ise
muammalar. İnsanoğlu ise pinpon topu misali bu ikisinin raketleri arasında hareket
ediyor.
Oysa buraya gelirken ne çok umut
doluydum? İlk başta ailemden uzakta olduğum için özgür bir birey olacaktım. Arkadaşlarımla
gece geç saatlere kadar takılsam da evime döndüğümde kimseye hesap vermek
zorunda kalmayacaktım. Sonra bol bol gezecektim; müzeler, tarihi mekanlar,
sinemalar, gece kulüpleri, tiyatrolar… Sınav dönemlerim haricinde her gece
buralarda takılacaktım. Hayatın tadını çıkaracaktım. Ama bunların hiçbirini
yapamadım. Bazı hayallerin sadece hayal olarak kalmak gibi kötü bir huyu var.
Benimkiler de bu kötü huylu hayallerden.
Peki neydi benim tüm hayallerimi yıkan, beni sürekli mutsuzluğa iten şey? Yalnızlık. Ondan başkası olamaz hayatımı yaşanılmaz kılan. Peki niye yalnızım ben? Milyonlarca insanın içinde bir ben mi yalnızım? Ne demişti şair: Herkes kaderini kendisi yazar elindeki tercih kalemiyle. Cidden bunu bir şair mi demişti? Yoksa şu an ben mi uydurdum? Ne fark eder! Bu sorunun cevabını bulunca hayatımdaki diğer sorunlar bırakacak mı peşimi? Ama galiba şair veya bilinçdışım (artık hangisi söylediyse şu lafı) haklı bu konuda. Bu yalnızlığı ben yarattım kendime. Peki neden? Bilmiyor muydum sonunun böyle olacağını? Veya güzel bir şey mi sanıyordum yalnızlığı? Sanırım her iki sorunun da cevabı “evet”. Yani yanlış bir tercih yapmışım hayatla ilgili. Madem öyle, hayat tercihimin yanlış olduğunu bana gösterirken niye bu kadar acımasızdı? Sanırım hayat bana karşı hep acımasızdı. Öyle ya kaç defa müsaade etti sevip güvendiğim insanların kalbimi kırmasına, kaç kere çelme taktı ben peşinden koştuğum hayalleri yakalamak üzereyken. O yüzden yadırgamamam gerekiyor sanırım bu durumu. Ve sanırım hayatın bana karşı gösterdiği bu acımasızlıkların da sebebi yanlış tercihlerimdi. Yanlış insanları seçip yanlış yerlerde pes etmiştim. Neyse sanırım şimdi gitmem gerekiyor. Acaba şu an gitmek doğru karar mı? Ne fark eder? Aldığım ilk yanlış karar bu olmayacak sonuçta…
Genç adamın solundaki banka çocuklu bir çift oturunca, üzgün genç, önce
gözlerini ovuşturdu ve ardından oturduğu banktan kalkarak parkın çıkışına doğru
yürümeye başladı. Ondan sonra da bu genç adamı daha görmedim. Aslında ağlayan
genç adamı tekrar görüp ona teşekkür etmek istiyorum. Çünkü onun yanıma
gelmesinden sonra, parkın açıldığı ilk zamanlardaki kadar olmasa da insanlar
yanıma gelmeye ve banklarda vakit geçirmeye başladı. İnsanları tekrardan bu
parka getiren şey gerçekten o genç adam mıydı bilmiyorum ama sonunda
yalnızlığımın son bulması çok güzel bir şey. İnsanları izlemek, onları dinlemek
yapmayı çok özlediğim şeylerdi…
Umarım benim yalnızlığımı bitiren genç adamın
yalnızlığını da birisi bitirir.