GERÇEK İNSAN NEDİR? - RUKİYE TURAN

GERÇEK İNSAN NEDİR? - RUKİYE TURAN


Gerçek İnsan Nedir?

TDK tanımına göre insan; memelilerden, iki eli, iki ayağı bulunan, iki ayak üzerinde dik bir biçimde dolaşan, aklı ve düşünme yeteneği olan, dille, sözle anlaşan, en gelişmiş canlı sayılan yaratıktır. Klasik felsefeye göre “düşünen bir varlık” tır. Antropolojide ise insan “Homo sapiens (bilge)” olarak tanımlanır. Bir başka tanımı ise “Homo economicus” yani kabaca tasvir etmek gerekirse insanın sadece ekonomik düşünen ve davranan bir varlık olduğu anlamına gelmektedir. Tüm bu tanımlardan yola çıkarak 'insan’ olarak adlandırdığımız varlık bu kadar komplike değildir, diyebiliriz. Buna göre, insanı diğer canlılardan ayıran tek özelliği düşünebiliyor olmasıdır.

Canlı olan insan tanımı dışında, kişilik olarak da tasvir ettiğimiz bir başka insan daha vardır. “İnsan olmak” cümlesini çok duymuşsunuzdur, peki bu tanımı “insan yapmak” olarak adlandıran şey neydi? İnsanın düşünebiliyor olması mı?

İnsan fıtratı gereği düşünebiliyor olsa da kaç kişi bu eylemi tam anlamıyla gerçekleştiriyor?

Daha önce değindiğim “Homo economicus” tanımına göre insan yalnızca kendi çıkarını düşünebilen bir varlıktı. Bu tanımın günümüzden yola çıkılarak net şekilde kanıtlanacağı kanısındayım, şayet şöyle bir sualim var: İnsan gerçekten neyi düşünür, yüzyıllardır gerek felsefe gerek bilime konu olan düşünme kabiliyeti gerçekte nedir?

Düşünmek, zihinsel yetiler oluşturmaktır, peki hangi konuda zihinsel yetiler oluşturur, insan denen canlı?

Aslına bakacak olursak herhangi bir konuda rahatlıkla düşünebiliriz ama ben bilimsel tanım olan, beyin işleviyle düşünmekten söz etmiyorum. İnsani eylem olan düşünmek nedir? İnsan dediğimiz canlı, bir başka insanı düşünür mü?

İlk bakışta bu sorunun yanıtı “elbette düşünür” olabilir. Benim kanımca insan bir “Homo economicus” olduğundan ötürü, kendisinden başka herhangi bir canlıyı, çıkarı olmaksızın düşüneceğine inanmıyorum. Bu konuyu açmak gerekirse insan bir diğer insanı çıkarı olmaksızın düşünmez. “Fakat insan sevdiklerini düşünür.” diyebilirsiniz. İşte burada insanın çıkarı devreye girmektedir. Bir insanı sevdiğinizden ötürü iyiliğini istiyorsanız bu da sizin çıkarınızadır. Sevgi tamamen çıkar odaklı bir durumdur. Tabi ki, insan kimi seveceğini seçemez, bu bakımdan kontrolsüzdür. Fakat “sevmek” eylemi bir kere ortaya çıktı mı olaylar çıkar karmaşasına dönüşür. Çünkü bir insanı seviyorsanız ondan beklentiniz yüksek ihtimalle onun da sizi sevmesidir. Sonuçta olarak, o insanın sizi sevmeyeceğini anladığınız vakit onu düşünmeyi de bırakırsınız ve burada asıl çıkar sevilmek arzusu olur.

İnsan, kendi çıkarlarına yaramayacak zihinsel yetileri oluşturamayan bir canlıdır. Eğer aksi olsaydı en başında savaşlar olmazdı. Bu dünyaya gelmiş olan ilk kardeşlerden başlamak üzere ölümler olmazdı. Ekonomik krizler, başkaldırılar olmazdı. Bütün bunların tek bir amacı vardı:

İnsanı hedeflemiş olduğu hayat standartlarına ulaştırmak ve onu toplumun değişmez, kalıcı önderi yapmak. Bu da yine insan çıkarlarına dokunmaktadır. Tüm bunlara sebep olan ise insanın düşünme kabiliyeti miydi yani?

Elbette hayır. Onu yaratılmış diğer canlılardan güçlü ve üstün tutan fıtratı, insanın diğer canlılara bir üstünlük sağlama arzusunu tatmin ettiğinden ve neticede insan diğer canlılara karşı üstünlük zaferini elde ettiğinden ötürü artık asıl yarış başlamıştır. İnsanlar arası yarış…

İnsan, kendisinden daha üstün bir canlı bulunmadığı konusunda neticeye vardığı an asıl rakiplerinden üstün olma yarışına girer. İnsanın insana üstünlük sağlama arzusu da değinmiş olduğum felaketlere yol açmaktadır. Peki tüm bunların asıl amacı düşler alemi miydi? Yani insan kendi düşler aleminde yaşadığından mı tüm bu eylemleri gerçekleştiriyordu?

“İnsan düşündüklerini yaşar.”  Bu tasvir genel olarak doğru olabilir fakat insanın dünyaya geliş amacı üstünlük sağlamak olsaydı, en başından diğer canlılardan üstün olarak yaratılmazdı. Bu yüzden insanın diğer insanlardan üstün olma ve rahat bir dünyada yaşamak isteme çabası bana göre yersizdi. Çünkü insan dünyada kalıcı değildi. Bir gün bu dünyada elde etmiş olduğu tüm iyi şartları, diğer insanlara sağladığı tüm üstünlüğü ve azizliği insanın ölümü sonucu silinecekti ve hiç var olmamış gibi görülmesine yol açacaktı. Fakat insanın gözünü bürüyen hırsın sebebi filozoflar tarafından tanımlanan düşünme kabiliyetiydi.

İnsan kendi yaratmış olduğu düşler aleminin lideriydi ve bunu düşleyebiliyor olmak, insanı “gerçekleştirmek zorunda olmak” düşüncesine itiyordu. İnsan düşler aleminin büyüsünden, endamından sıyrıldığı an gerçekten bir insan olur.

Bu durumda meydana gelen gerçek insan filozofların ve bilim insanlarının tanımlarını kapsamayan bir insandı. Bu insan, kendi çıkar çatışmasına son vermiş hakiki bir insandı. İnsanı insan yapan şey, yaratılmış diğer varlıklardan üstün olması, düşünebiliyor olması olmamalı. Çünkü insan elbet bir gün düşler aleminin ve gerçekliğin birbirinden bağımsız olduğunu anlayacaktı. O gün, düşler aleminden dışarı çıkacaktı ve karşısında var olan gerçek dünyayla baş başa kalacaktı. Ve insan en sonunda düş aleminin gerçeklikle bağıntısı olmadığını anladığında, dünyadan almış olduğu bir kurdeleyi boynuna dolayıp düş aleminden sallandığında yeniden doğacak ve karşısında yepyeni, gerçek bir dünya olduğunu anlayacaktı.

İşte beyin fonksiyonu olan düşünmek ile gerçekten düşünebiliyor olmanın farkı buydu. Düşünmek akıl ile yapılan bir eylem olduğunda çıkara dönüşecekti. Bu yüzden düşünmek kalple yapılan bir eylem olsaydı; ölümler, ırkçılıklar, soykırımlar olmayacaktı. Tek bir şey var olacaktı:

Felsefik ve bilimsel tanımlardan uzak olan gerçek insan. 

Rukiye Turan

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski