Gerçek İnsan Nedir?
TDK tanımına göre insan; memelilerden,
iki eli, iki ayağı bulunan, iki ayak üzerinde dik bir biçimde dolaşan, aklı ve
düşünme yeteneği olan, dille, sözle anlaşan, en gelişmiş canlı sayılan
yaratıktır. Klasik felsefeye göre “düşünen bir varlık” tır. Antropolojide ise insan “Homo sapiens (bilge)” olarak
tanımlanır. Bir başka tanımı ise “Homo economicus”
yani kabaca tasvir etmek gerekirse insanın
sadece ekonomik düşünen ve davranan bir varlık olduğu anlamına gelmektedir.
Tüm bu tanımlardan yola çıkarak 'insan’ olarak
adlandırdığımız varlık bu kadar komplike değildir, diyebiliriz. Buna göre,
insanı diğer canlılardan ayıran tek özelliği düşünebiliyor olmasıdır.
Canlı
olan insan tanımı dışında, kişilik olarak da tasvir ettiğimiz bir başka insan
daha vardır. “İnsan olmak” cümlesini çok duymuşsunuzdur, peki bu tanımı “insan
yapmak” olarak adlandıran şey neydi? İnsanın düşünebiliyor olması mı?
İnsan
fıtratı gereği düşünebiliyor olsa da kaç kişi bu eylemi tam anlamıyla
gerçekleştiriyor?
Daha
önce değindiğim “Homo economicus” tanımına göre insan yalnızca kendi çıkarını
düşünebilen bir varlıktı. Bu tanımın günümüzden yola çıkılarak net şekilde
kanıtlanacağı kanısındayım, şayet şöyle bir sualim var: İnsan gerçekten neyi
düşünür, yüzyıllardır gerek felsefe gerek bilime konu olan düşünme kabiliyeti
gerçekte nedir?
Düşünmek,
zihinsel yetiler oluşturmaktır, peki hangi konuda zihinsel yetiler oluşturur,
insan denen canlı?
Aslına
bakacak olursak herhangi bir konuda rahatlıkla düşünebiliriz ama ben bilimsel
tanım olan, beyin işleviyle düşünmekten söz etmiyorum. İnsani eylem olan
düşünmek nedir? İnsan dediğimiz canlı, bir başka insanı düşünür mü?
İlk
bakışta bu sorunun yanıtı “elbette düşünür” olabilir. Benim kanımca insan bir
“Homo economicus” olduğundan ötürü, kendisinden başka herhangi bir canlıyı,
çıkarı olmaksızın düşüneceğine inanmıyorum. Bu konuyu açmak gerekirse insan bir
diğer insanı çıkarı olmaksızın düşünmez. “Fakat insan sevdiklerini düşünür.”
diyebilirsiniz. İşte burada insanın çıkarı devreye girmektedir. Bir insanı
sevdiğinizden ötürü iyiliğini istiyorsanız bu da sizin çıkarınızadır. Sevgi
tamamen çıkar odaklı bir durumdur. Tabi ki, insan kimi seveceğini seçemez, bu
bakımdan kontrolsüzdür. Fakat “sevmek” eylemi bir kere ortaya çıktı mı olaylar
çıkar karmaşasına dönüşür. Çünkü bir insanı seviyorsanız ondan beklentiniz
yüksek ihtimalle onun da sizi sevmesidir. Sonuçta olarak, o insanın sizi
sevmeyeceğini anladığınız vakit onu düşünmeyi de bırakırsınız ve burada asıl
çıkar sevilmek arzusu olur.
İnsan,
kendi çıkarlarına yaramayacak zihinsel yetileri oluşturamayan bir canlıdır. Eğer
aksi olsaydı en başında savaşlar olmazdı. Bu dünyaya gelmiş olan ilk
kardeşlerden başlamak üzere ölümler olmazdı. Ekonomik krizler, başkaldırılar
olmazdı. Bütün bunların tek bir amacı vardı:
İnsanı
hedeflemiş olduğu hayat standartlarına ulaştırmak ve onu toplumun değişmez,
kalıcı önderi yapmak. Bu da yine insan çıkarlarına dokunmaktadır. Tüm bunlara
sebep olan ise insanın düşünme kabiliyeti miydi yani?
Elbette
hayır. Onu yaratılmış diğer canlılardan güçlü ve üstün tutan fıtratı, insanın
diğer canlılara bir üstünlük sağlama arzusunu tatmin ettiğinden ve neticede
insan diğer canlılara karşı üstünlük zaferini elde ettiğinden ötürü artık asıl
yarış başlamıştır. İnsanlar arası yarış…
İnsan,
kendisinden daha üstün bir canlı bulunmadığı konusunda neticeye vardığı an asıl
rakiplerinden üstün olma yarışına girer. İnsanın insana üstünlük sağlama arzusu
da değinmiş olduğum felaketlere yol açmaktadır. Peki tüm bunların asıl amacı
düşler alemi miydi? Yani insan kendi düşler aleminde yaşadığından mı tüm bu
eylemleri gerçekleştiriyordu?
“İnsan
düşündüklerini yaşar.” Bu tasvir genel
olarak doğru olabilir fakat insanın dünyaya geliş amacı üstünlük sağlamak
olsaydı, en başından diğer canlılardan üstün olarak yaratılmazdı. Bu yüzden
insanın diğer insanlardan üstün olma ve rahat bir dünyada yaşamak isteme çabası
bana göre yersizdi. Çünkü insan dünyada kalıcı değildi. Bir gün bu dünyada elde
etmiş olduğu tüm iyi şartları, diğer insanlara sağladığı tüm üstünlüğü ve
azizliği insanın ölümü sonucu silinecekti ve hiç var olmamış gibi görülmesine
yol açacaktı. Fakat insanın gözünü bürüyen hırsın sebebi filozoflar tarafından
tanımlanan düşünme kabiliyetiydi.
İnsan
kendi yaratmış olduğu düşler aleminin lideriydi ve bunu düşleyebiliyor olmak,
insanı “gerçekleştirmek zorunda olmak” düşüncesine itiyordu. İnsan düşler
aleminin büyüsünden, endamından sıyrıldığı an gerçekten bir insan olur.
Bu
durumda meydana gelen gerçek insan filozofların ve bilim insanlarının tanımlarını
kapsamayan bir insandı. Bu insan, kendi çıkar çatışmasına son vermiş hakiki bir
insandı. İnsanı insan yapan şey, yaratılmış diğer varlıklardan üstün olması,
düşünebiliyor olması olmamalı. Çünkü insan elbet bir gün düşler aleminin ve
gerçekliğin birbirinden bağımsız olduğunu anlayacaktı. O gün, düşler aleminden
dışarı çıkacaktı ve karşısında var olan gerçek dünyayla baş başa kalacaktı. Ve
insan en sonunda düş aleminin gerçeklikle bağıntısı olmadığını anladığında, dünyadan
almış olduğu bir kurdeleyi boynuna dolayıp düş aleminden sallandığında yeniden
doğacak ve karşısında yepyeni, gerçek bir dünya olduğunu anlayacaktı.
İşte
beyin fonksiyonu olan düşünmek ile gerçekten düşünebiliyor olmanın farkı buydu.
Düşünmek akıl ile yapılan bir eylem olduğunda çıkara dönüşecekti. Bu yüzden
düşünmek kalple yapılan bir eylem olsaydı; ölümler, ırkçılıklar, soykırımlar
olmayacaktı. Tek bir şey var olacaktı:
Felsefik ve bilimsel tanımlardan uzak olan gerçek insan.
Rukiye Turan