AÇGÖZLÜLÜK,
SABIR + ÖDÜL, BAĞLAMLARI; AHLAK/KENDİLİK
ÖDÜL NEDEN ÖNEMLİDİR?
İnsan için en önemli şey ödül sistemidir. İnsan ödülleri için yaşar. Ödül demek bizim yöneldiğimiz şey demek. Ödülü dış dünyadaki, çevremizdeki bir parça olarak görürsek eğer ödül denilen o parça "bizim ilgileneceğimiz tek şey" olur. Yani
buna göre siz çevrenizdeki her şeyle bir ödül ilişkisi içerisindesiniz.
Bazı şeylerin oluşturduğu bir süreçte yaşıyoruz ve bu sürece uyum sağlamak için bizim de bir şeylerle oluşum ilişkisi içine girmemiz gerekir. Biz de, süreçle beraber biz süreciz. Bundan dolayı her şeyle ilişki içerisinde "parçalar aracılığıyla" uyum sağlarız, iletişim ve ilişki
kururuz. Bunları mümkün eden şey güç, gerçekleştirebilme/yapabilme/oluşturma
yetisidir. İşte ödül, o gücün ta kendisindendir. Siz de ödülün ta kendisisiniz. Bir zamanlar bir şeylerin gerçekleşebilen uyumlu/uygun/düzenli amacısınız. Spermler bir şeyi başardı ve ödülü siz oldunuz. Siz de bir şeyleri başarıp bir şeyleri ödül yapacaksınız ve bu
sürekli olarak böyle devam edecek. Burada ayrıca cezanın durumu var. Ceza
da bir bedeldir, karşılıklı bir ödüldür. Ceza karşı-ödüldür.
Bu düzende başarısızlar ve
ödülsüzler dışlanır. Ancak
burada kapsamlı şeyler söz konusudur.
İstediğiniz kişiye kafanıza göre bu başarısızdır ve
buna ödül verilmez diyemezsiniz. İstediğinizi kendi düşüncelerinize göre mahrum etme girişimi çoğunlukla güçsüz olacaktır. Çünkü düzen, zaman boyunca verimlilik ve çeşitlilik üzerine gelişti. Bundan dolayı sizin bir şeyden dolayı
gereksiz görebileceğiniz bir şey
büyük ihtimalle başka bir şey için gerekli olmasının yanı sıra potansiyel olarak gerekli
kılınabilecek bir uyumluktadır.
Bunların yanı sıra ödül, değerin bir yansımasıdır. Değersiz şeylere ödül verilmemiştir. Siz
bu düşünceye karşı olarak değersiz birine ödül verirseniz, ödül verdiğiniz düşüncenin değeri artık
"bu düşünceye karşı olmak bağlamında" değerlenir. Yani bu düşünceyi duyup bu düşünceye karşı çıkarsınız, bir tepki olarak harekete geçersiniz. Durduk yere değersiz gördüğünüz bir şeye değer
vermezsiniz. Muhtemelen çevrenizde
"değersiz" olarak gördüğünüz çoğu insan artık
"o insanı başka bir bakış açısıyla gördüğünüz" belki de artık kontrolünüzden çıkıp size yabancı olduğu vakit değersizleşir.
Birbirlerini tanıyan çoğu insan birbirlerine
yüksek olarak değer
verme eğilimine girmek istemez. Çünkü yüksek değer vermek pahalı ve yorucu bir işken bunu uygun
bir yatırıma harcamalıyız, tanıdıklarımızı muhtemelen artık uygun bir yatırım
olarak görmeyiz. Aslında
insanlar birbirlerine benzerdir ve bu konuda da çoğu insan birbirlerine benzer olduğu için ödül/değer dengesini korumak açısından yabancıların olduğu bir ekonomi oyunu kurarız.
Aileler birbirlerine yerleştiği vakit aile artık sıkıcı olabilir ve insan başka
insanlara yönelir. Kuzenlerini
yakından tanırsanız evleneceğiniz birini aramak için gözünüz daha yükseklerde olabilir ancak kuzenleriniz size yabancıysa
uğraşınız da daha yorucu olacaktır ve seçenekler arasında daha da zorlanarak ve seçeneklere önem vererek hareket
edeceksiniz. Bir köyde ahlak yasaları ve
ahlakın kısıtlamaları olmasa muhtemelen çoğu hedef cazip gelmezdi. Değerlere karşı vurdumduymaz
olanlar, (bakın "değer" kelimesini hem bir şeye verilen çaba hem de toplumsal bir bakış açısı olarak kullandık, ancak her ikisinin de altında
fayda-zarar üzerine akıl yürütmeler vardı) genel
olarak ahlaka karşı da vurdumduymaz olurlar. Ya yeni ahlak arayışlarına
girerler -yeni oyunlar oynarlar- ya da hayatlarını "değersiz",
sıkıcı, rahatsız olarak geçirirler ya da yeni
"değer"ler arayışında olurlar. Aslında bir yetişkinin bir çocuğun oynadığı oyundan "zevk almaması",
ilgilenmesinin altında bu düşünceler yatar.
ANLAMADIĞIMIZ ŞEY: YÖNTEM
Dünyamız ve kendiliğimiz ödül sistemine hapsolmuş bir şekilde var oluyor.
Bizse bu ödül sistemini anlamazsak ödülsüz kalır, başarısız ilan edilir ve
işlevsiz/gereksiz görülerek dışlanırız.
Ancak zamanla insanlar daha kolayı ve ayırt edici şey uğruna yapılması sadece birkaç insana düşebilen şeylere yönelir. Siz, sadece kendiniz bir sürü kadınla yatabilirsiniz. Başkaları değil. Sadece siz kendiniz birçok insanı öldürürseniz düzen bozulmaz ancak sizden daha da çok insan olursa düzen bozulur. Birçok kadınla birlikte olmak başkalarını kadınsız bırakır, birçok ölüm eylemi insanların çoğunu öldürür.
Aslında doğa ve düzen insanın kendisi olan birine imtiyaz tanır. Kendi sınırlamalar ve kendi işlevselliklerinden dolayı. Bir insan kendisini koruyabilmesi için adam öldürebilme –nefsi müdafaa- yetisine sahip olabilmesinin yanı sıra kendisi bir insanı öldürebilecek cinsten bir güce sahip olmalıdır ki dünya üzerine enerjik ve işlevsel olsun. Ayrıca neslin tükenebilme ihtimallerine karşın da insan genetik aktarımı hakkında yüksek cinsel etkinliğe sahip olmalıdır. Bunlar katlin ve azınlığın savunusu değil. Bu düşünceler bağlam işidir ve birisi kendi çıkarı uğruna bağlamları suistimal ederek sizi kendi stratejisiyle etkileyebilir.
İnsan vahşiliğin azgın sayılabilecek etkinliği potansiyelin bu konuda sunduğu avantaj ve potansiyelin nereye varabileceği göstergelerinden dolayıdır. Çok güçlüyseniz bir taşı kırabilir ve bir tarlayı sürebilirsiniz. Bir taşı kırıp tarlayı sürebildiğiniz gibi bir insanı öldürmeniz de “muhtemelen” mümkün olacaktır. Bunun önünde bir engel yoktur.
Bütün bu olanlar, istenilen bir şey uğruna olur. İnsan doğasındaki istek
seviyesinin fazla olması onu çevresinde daha istekli biri yapar. Oysaki her
insanın isteklerini karşılayabilecek bir dünya ihtimali çoğunlukla uygun
olmamıştır. Sizin istediklerinizi karşılayamayacağı için açgözlülük dünyadaki
en yok edici, karşılıksız şeylerdendir. Kimi insanların kendilerince
mükemmellik arayışı ve beğenmez tavırları da açgözlülük ve uyumsuz güç
isteğiyle alakalı olabilir.
Bunu da belirtelim ki zenginlik-fakirlik ödül-değer dengesiyle ilişkiliyken toplumlar zamanla olanaklar açısından zengin oluyor. İnsanların eski kötülükleri artık haklı bir savunu da bulamıyor. Aklımız doğruysa savaşmayız. Savaş yoksa gereksiz yere insan öldürmemeliyiz. Cinsel açlığımız çeşitli yollarla giderilebilir ve benliğimiz, egomuz, kendimiz ve kendisinin kimliği üzerine düşünülebilir olabilir. Savaş vakti felsefe yapılmaz ancak çoğu zaman savaşın sebebi de vaktinde yapılmayan felsefe, akıl yürütmelerdir. Öyleyse her an bir savaş ortamını andıran vahşi zihinleri düzeltelim, düzenleştirelim.
Peki ya ödül devreleri bu kadar vahşi ve karşılanamaz. İnsanlar da bilinçsiz ve uygunsuzlaşıyor. O zaman onlara ne tavsiye edersiniz? Doğrudan ödül hedeflerini, kendilerini, yaşamlarını hedef alarak etkinlikleri kısaltmalarını ve beklemelerini öğütlersiniz. Muhtemelen bir şeyler düzelecektir eğer onları bozanlar davranışlarından vazgeçerlerse. Sabır, insan bozguncu anlayışına karşın kitlelere verilebilecek en etkili tavsiyelerden biridir. Vahşiliğe eğilimli, anlayıştan uzak kitlelere. Aslında bir anlamda “Dokunma! Dursun, yeter artık!” demektir.
Öyle ki çoğu davranışınızın ötesine açgözlülükle, vurdumduymaz bir şekilde
gitmeniz çoğunlukla uzak bir ihtimaldir, bu ihtimal kısıtlanmıştır. İnsanın
şehvet uyarımı sinir uçlarının uyarımıyla aktifleşen nöronlarla ilişkilidir.
Bundan dolayı çok zevkli görünen çoğu anların ötesine gitmenin sadece “ötesine
kafayı takmak” takıntısından başka bir işe yaramaması büyük ihtimalle muhtemeldir.
Bundan dolayı zevkine düşkün, hedonizm eğilimindeki bunun farkında ve zaten
aşırı zevksizlikten dolayı zevke aşırı eğilimli olmaya, ihtiyaç duymaya
yatkındırlar. Aynı şeyin çok çok ötesine gitmenizdense farklılaşma daha
mümkündür. Bundan dolayı da fetişler ve fanteziler cinsel açıdan görünürde
cinsellikten uzak görünse de benliğin kendisi ve cinsellikle bağdaştırdığı,
kendisine özgü gördüğü bir şey olabilir. Her şeyle etkileşime girme ve
etkileşime girmek için yeterli sebep bulamayan benliğin kendisi, bir şeyler
yapma uğruna saçmalayıp fanteziler ortaya atan bir bütünlüğü dönüşebilir. İşte,
kimi zaman insan da saçmalayabilirsin. Sadece bir şeyler yapmak, belki de
kendini kanıtlamak uğruna. İşte bu saçmalaması belki de kitap okumak, ders
çalışmak, mizah yapmak, ezan okumak, sahnelere çıkmak, kendini süslemektir.
Anlam her şeyi anlamlaştırırken, anlamsız kalan ne olabilir ki?
Eymen Tapar